DİĞER HABERLER

Bir...

"Düşünmeyi ve yargılamayı ertelemek neyi çözüyor bilmiyorum. Sanırım hiçbir şeyi." Mürsel Sezen'in yeni yazısı...
 
   
 
 
     
Eskiden karşımdaki insanların varlığı, ne düşündüğü çok önemliyken, bir süre sonra bunu da düşünmekle birlikte ilişkilerimi çok kendime dönük yaşamaya başladım.
Karşımdaki ile kurduğum ilişki çoğu zaman bir diyalog olmaktan çıkıyor, bir monologa dönüşüyordu.
Kaç ilişkimi bu şekilde yaşadım bilmiyorum.
Sanırım X’den sonra hiç kimseyle bir diyaloga girmedim...
O önemliydi benim için, onun gitmesi ile içimde oluşan kırgınlığı ve boşluğu kimse dolduramadı.
Dolduramazdı da zaten çünkü insanların böyle bir çabası yoktu, çünkü hepimiz kendi hayatımızı yaşıyorduk.
Herkesin kendi amaçları, kendi hayalleri ve yolları bir türlü paralel gitmeyen hayatları vardı. Ya da ben şanssızdım, bilmiyorum.

Bir ilişkiden ne bekleneceğinin cevabı da yoktu bende.
Biriyle birlikte olduğunda keyifli zaman geçirmeyi bekleyebilirsin, onunla konuşmak, yürümek, sinemaya gitmek güzeldir. Elini tutmak, sarılmak, birlikte uyumak da öyle... Toplumun koyduğu güzellik normlarını boşverirsin. Başkalarında iğrenç bulduğun koca göbeğe onda olunca taparsın, çünkü senindir o, yakınındadır, seninle paylaşılandır.
Kendin keyif aldıkça keyif vermek istersin.
O güzel gördükçe bir şeyleri, sen de güzel görürsün, sen güzel gördükçe o da güzel görür. Mutluluk böyle bir şeydir herhalde.
Sonra o zamanı hep çoğaltmak istersin.
Zaman farklı yerlere sürükler insanı, yaşam koridorlarında paradokslarla karşılaşırsın, biyolojik varlığının zorladığı belli rutinleri aşmalısındır onunla birlikte olmak için; uykuyu, yemek yemeyi, banyo yapmayı...
aslında çoğu paylaşılabilir de...

Günün büyük bir bölümünü yaşamını idame ettirmek için bir işe harcamak zorundasındır, bu sayede para kazanırsın, bu sana bir kimlik kazandırır, aynı zamanda bir yaşam şekli de...
İşin ve içinde bulunduğun çevre sana çoğu zaman neyin doğru, neyin yanlış olduğunu da söyler.
Kuracağın ilişkilerin biçimini de belirler çoğunlukla.

Bir sürü kadın ve bir sürü erkek vardır çevrende. Her gün konuştuğun insan sayısı sınırlı olsa da bir sürü alternatif üretilebilir konuşmak için.
Yaşamlar ise o kadar rutin ve kendi içindedir ki çok azıyla gerçekten içinde yaşattığın kimliği paylaşırsın.
Günlük rutinler paylaşılır, bundan doğan sıcaklıkları da reddetmiyorum ama insanın gerçekten de kalbine dokunan, “işte bu” dedirten güzellikler ender yaşananlarda gizlidir.
Zaten ülke, iş, yaşam koşulları insanı sınırlandırır.
Bir de bunlara kişisel çaba tembelliğini ekleyince...

Peki neyi ne kadar paylaşmak lazım.
Ya da örneğin seksi yaşadığın birini gerçekten sevmek zorunda mısın?
Birini seviyorsan onunla illa yatman mı gerekir?
Onu kalbinde yaşatmak, onunla sadece belli şeyleri paylaşmak neden yetmez?

En çok da şu soruda takılıyorum. Uzakken o insanı kaybedersin. Çünkü paylaşmadıkça, onu çoğaltmadıkça ona karşı isteğin azalır.
Paylaştığın başka insanlar çıkar karşına...
Onlara zaman ve emek harcadıkça eskileri unutup yenilere yönelirsin. Oysa eskilerden de çoğaltmak istediğin şeyler vardır.
Bu işin bir yanı.

Peki paylaştığın nedir?
Aynı anda bir şeyleri konuşuyorken herkes o anı mı yaşar, yoksa başka bir yerde midir?
Ne kadar kopuk, ya da ne kadar birlikteyiz.

Devam edecek...

Mürsel Sezen
msezen@boyut.com.tr



Favorilerinize ekleyinAnasayfaya dönPaylaşın
GÜNLÜK FALINIZ
HAVA DURUMU

REKLAM
reklam@cosmoturk.com

İLETİŞİM
cosmoeditor@cosmoturk.com

TEL: (0212) 280 07 00
FAX: (0212) 244 13 32

-->
>