KÖŞE YAZILARI | ARZU ÇEVİKALP

Bir Seyyahın Yolculuğu

Evrim Kanpolat, film hakkındaki düşüncelerini Cosmoturk.com`dan Arzu Çevikalp`e anlattı...
 
   
 
 
     

“Halam Geldi sadece bir sinema filmi değil. Bu bir eylem, bir kıvılcım… O kıvılcımı alevlendirmek için daha çok soluğa ihtiyacımız var” diyen gazeteci-senarist Evrim Kanpolat, film hakkındaki düşüncelerini Cosmoturk.com'dan Arzu Çevikalp'e anlattı...

Gerçek hikâyeler her zaman toplumumuzun aynasıdır derler. Yeni bilgiler öğrenmek ve onları analiz etmek bizi hayatın içine doğru sürükler. Öğrenmeye aç olduğumuz zaman bakış açımız bile değişir. Gerçekleri ne kadar iyi bilirsek, önümüzü o kadar net görürüz. Bu yüzden gömülü sırların ortaya çıkarılması için var gücümüzle çalışmalıyız. Hatta toplumsal sorunları ötelememek adına sosyal sorumluluk projeleri geliştirip onları kitle iletişim araçlarıyla halkımıza duyurmalıyız. Tüm bu düşüncelerimize tercüman olan birinin varlığından bahsetsek ne yapardınız? Evet, yanlış duymadınız, gerçekten öyle biri var. O halde kısaca bahsedelim. Uzun zamandır gözlemlediklerini kâğıda döken ve onlara ruhunu katan gazeteci-senarist Evrim Kanpolat, Anadolu’nun gerçeklerinden beslenen başarılı hikâye yazarlarından biri…

Herkesin iyi, kötü bir hikâyesi vardır ama onun hikâyesi halkın ta kendisi! O kendini halka adamış bir gezgin sanki… O gezgin tıpkı haberci bir kuş gibidir, canı nereye isterse oraya konar ve hiç sorgulamaz. Çünkü özgürdür. Çoğu zaman “ben özgürüm” diye haykırır. Biz de onun bu haykırışlarını duyduğumuz için tez zamanda yanında beliriverdik. O da kulağımıza şunu fısıldadı: “Susmayın, sustukça sıra size de gelecek.” Bu sözden oldukça etkilendiğinin altını çizen Halam Geldi filminin senaristi Kanpolat tozlu raflarda paslanan sorunları didaktik metotlarla senaryosuna işlediğini dile getirdi. Hem de halkını bilgilendirmeyi ihmal etmeden… Bu zorlu savaştan başarı ile çıkan ve hedefi tam on ikiden vuran Kanpolat’a bundan sonraki projelerinde başarılar diliyoruz! Hepimizin bu sorunlardan bihaber olmadığı bir Türkiye ile kucaklaşmasını arzu ediyor ve sizleri Evrim Kanpolat ile baş başa bırakıyorum.



1. Böyle yürek dağlayıcı bir hikâyeyi yazarken hiç ağladığınız anlar oldu mu?

Kapkara, umuttan yoksun bir hayatı yazıya dökerken, ağlamamak imkânsız. Reyhan hayal ürünü bir karakter olmadığı için onu yazmak çok zor oldu. Zira yazarken her sahnede on yıl önce gördüğüm, tanıdığım, konuştuğum dünyalar güzeli kız çocuğunun yüzü ve su gibi gözleri, gözümün önüne geliyordu. Müebbet yalnızlığını o kadar yalın bir dille ve küçük kelimelerle anlatmıştı ki, yazdığım her cümlede Reyhan’ın çaresizliğine, benim hiç bir şey yapamamış olmaktan dolayı çaresizliğim katık oluyordu.

2. Bu zamana kadar gazeteci olarak tanınıyordunuz şimdi ise senarist olarak tanınıyorsunuz, bundan memnun musunuz?

Aslında gazeteci, haberci, yazar, senarist olarak tanınmak beni çok da ilgilendirmiyor. Bunların hepsi bir çeşit unvan… Yirmili yaşlarda önemli olan bu unvanlar, hayat yolunuz uzadıkça, yaşadıklarınız ve deneyimleriniz arttıkça önemini kaybediyor. Unvanın değil, önüne gelen “iyi” kelimesinin daha önemli olduğunu öğreniyorsunuz. Her ne iş yaparsam yapayım, derdim o işi iyi yapmak ve öyle anılmak.

“TERCİHİM SENARİSTLİKTEN YANA…”

3. Bir seçim yapmanız gerektiğinde muhabirliği mi yoksa senaristliği mi tercih ederdiniz?

Muhabirlik çok özel bir meslek… Çok da severek yaptım. Sokakta olmayı, o hayatlara kendi mekânlarında tanık olmayı çok sevdim. Beni besleyen bir meslekti. Her gün habere koşup, yazıyor olmak ve kurgu yapmak muazzam duygulardı. Senaristlikse bambaşka bir duygu… Hayal etmek, bomboş bir sayfayı kelimelerle hayata çevirmek çok keyifli… Garip de bir iş… Her birimiz işimizi yapıp, bir araya geliyoruz ve o iş sanat oluyor. Dolayısıyla her ikisinin de bende bambaşka bir yeri var. Ama illa ki bir tercih derseniz, senaristliği tercih ederim.

4. Gazeteci olmanız nedeniyle mi gerçek bir hikâyeye yöneldiniz?

Anadolu o kadar zengin topraklara sahip ki, o topraklarda yaşayıp tamamen hayal ürünü hikâyeler yazmak gereksiz diye düşünüyorum.

5. Bildiğimiz kadarıyla senaryo yazmak matematik işi. Siz bu senaryo yazımının matematiğini öğrenmek için herhangi bir eğitim aldınız mı?


Hayır almadım. Muhabirliği bırakıp kalemimin peşine düşme kararı aldıktan sonra yazdığım ilk senaryo ile Yılmaz Erdoğan’ın dikkatini çekmeyi başardım. Bana “Atölye’ye gel” dedi. Benim için hazineydi. Altı ay Beşiktaş Kültür Merkezi’nde eğitim aldım. Ne yazmak isteyip ne yazmak istemediğimi orada öğrendim. Bana çok şey kattı. Ancak asıl eğitimimi muhabirliğim zamanında çalıştığım ulusal kanalın montaj stüdyolarında aldım. Bildiğiniz üzere, senaryonun en önemli unsuru kurgudur ve en iyi öğrenme yeri de montaj stüdyolarıdır.

6. Senaryoyu ne kadar zamanda tamamladınız?

Senaryo aşamasına geldikten sonra bitirmek bir ayımı aldı ama öncesine gelirsek uzun bir süreçten bahsetmek daha doğru olur. Hikâyenin kurgusunu oturtup, yan karakterleri oluşturmak, çatışma ve önermeyi belirlemek yaklaşık bir yılımı aldı. Senaryoyu yazma aşamasına geldiğimde ise önümde kurgu çizelgem hazırdı.



“AĞLAMAK, ÜZÜLMEK İSTEMİYORUM DİYE GÖRMEZDEN GELMEK KOLAYI SEÇMEK OLUR”


7. Farz edelim ki Halam Geldi filmi ses getirmedi, bu sizin için sorun teşkil eder mi?

Sorunuz gişeyse, o işin ticaret kısmı ve beni ilgilendiren bir durum değil. Eğer sosyal sorumluluk kısmı ile ilgili soruyorsanız, ses getirmemesi beni üzer. Son günlerde ötekileştirme politikasıyla yükselen benden senden nidalarıyla memleket yankılansa da ben bu toprağın insanına inanıyorum. O çocukların çığlığına sessiz kalınacağını da düşünmek bile istemiyorum. Halam Geldi sadece bir sinema filmi değil. Bu bir eylem, bir kıvılcım… O kıvılcımı alevlendirmek için daha çok soluğa ihtiyacımız var. Sırf hayat zaten zor, ağlamak, üzülmek istemiyorum diyerek görmemezlikten gelmek, kolayı seçmek olur. Modern dünyanın insanları olan bizler, kendimize pek bir üzülür olduk. Sanırım bu yüzyılın hastalığı da bu. Herkes, çoluğu çocuğu iyi olsun istiyor ama onun dışında sinirini bozacak her şeyden uzak durayım diyor. Ama konuşmaya gelince de mangalda kül bırakılmıyor. Evet, doğru, hayat zor ama o çocukların yaşadıklarından daha zor değil.

8. Bir gün kendi yazdığınız filmi çekmeyi düşünür müsünüz?


Senaryolarımı okuyanlar hep aynı soruyu soruyor bana çünkü mizansenleri çok ayrıntılı yazıyorum ve okuyan sahneleri gözünün önüne getirebiliyor. Ziya Öztan Hoca ilk senaryolarımdan birini okuduğunda “sen yönetmenliğini de yapmış işi bitirmişsin” demişti. Halam Geldi vizyona çıktığından beri de aynı soru sorulup duruyor. Yönetmenliği hiç düşünmedim. Hatta yıllar önce merakımdan bir kısa film çektim ve çabucak bitse de eve gidip bir şeyler yazsam dedim durdum kendi kendime. Evet, bazı insanlar çok özel yeteneklerle dünyaya geliyor ve her işi yapabiliyorlar ama ben o kadar yetenekli olduğumu sanmıyorum. Senaryo da bile branşlaşma taraftarıyım.

“YAZMAYA GÖNLÜ OLAN HERKES YAZMALI”

9. Sizce güzel bir fikri olan herkes senaryo yazmaya yönelebilir mi?

Yazmaya gönlü olan herkes yazmalı. Ama başlarken şunu bilmek gerek; bu çok uzun bir yol. Zaten uzun ve çileli olmalı ki, demini iyi alsın. Zira kelimeler yaşanmışlıkla daha bir güzel buluyor cümlesini ve anlamını. Bu uzun yolu bilerek başlamalı yazmaya. Kabullenilmeli, hayal kırıklıklarına hazır olunmalı ve asla vazgeçilmemeli.

“KOMŞUDA OLANA “VAH VAH” DEYİP GEÇMEYELİM”


10. Bu film ile toplumsal sorunların aşılacağına inancınız ne yönde? Bu gibi sorunların aşılması için sizce neler yapılmalı?

Hareket yaratmasını ve bu sorunun aşılmasını umut ediyorum. Bunun için önce kanun koyucuların harekete geçmesi gerekiyor. Bu bir suç… Suç cezasız kalırsa, bu çocukların kaderi kendilerini veren ana babalarının ellerine bırakılırsa, her şey eskisi gibi yürüyecek ve bu çocuklar şiddetin en ağırına maruz kalmaya devam edecek. Üzerimize düşen vazife ise, şikâyet mekanizmasının gelişmesi yönündedir. Komşuda olana “vah vah” deyip geçmek yerine şikâyet etmek gerekiyor. Unutmamak gerekiyor ki; topraklarının ismini “ana”dan alan Anadolu’da doğum, yaşam ve ölüm gibi temaların normalleşmesine izin vermek boynumuzun borcudur.



“BEN KENDİMİ BİLDİM BİLELİ YAZIYORUM”


11. Hayvanları çok sevdiğinizi ve bu yüzden veterinerlik okuduğunuzu biliyoruz. Peki, neden sinema okumayı hiç düşünmediniz, sizi bu noktaya taşıyan ne oldu?

Evet, hayvanları çok seviyorum. 6 kedim ve bir köpeğim var. Hep iyi ve mutlu olsunlar diye gözlerinin içine bakıyorum. Her biri belli travmalardan geçerken gözüme değdiler ve hayatıma girdiler. İyileşme süreçlerinde çok zor günler geçirdik. Kan bağımız yok belki ama gönül bağımız çok kuvvetli. Onlarsız bir hayat düşünemiyorum. İstanbul Üniversitesi Veterinerlik Fakültesinde eğitimimi sürdürürken amacım onlara mümkün olduğunca yardım edip, kurtarmaktı. Veterinerlik ikinci tercihimdi ve kazandım. Üçüncü sınıfta bıraktım ama şimdi de birçok hayvana yardım ediyorum. Ben kendimi bildim bileli yazıyorum, bu benim hem var oluş şeklim hem de tepkim. Bu nedenle de okul konusunu, eğitim konusu olarak görmedim hiç. Derdim hiçbir zaman senaryo yazıp sinema yapmak olmadığı için sinema okumayı düşünmedim.

“GENÇ NÜFUSA SAHİP ÇIKMALIYIZ”

12. Bundan böyle insanlar bu tip olaylara karşı daha duyarlı olacaklar mı?

Umuyorum. Biz dikkat çekmeye çalıştık. Bu ciddi bir sorun. Eğitim şart demekle olmuyor. Türkiye genç nüfus ile her fırsatta övünen bir ülke. Gerçekten övünmek, ve yükselmek istiyorsak önce o genç nüfusa sahip çıkmalıyız. Okula, eğitime önem veren ana babalar istiyorsak önce o ana babalara kaliteli çocukluk yaşatmalıyız ki, onlar da kendi çocuklarını okutmak için her türlü savaşı versinler.

“KAFAMIZI YASTIĞA RAHAT KOYUP, MIŞIL MIŞIL UYUMAYALIM”

13. Sizce bu tip olaylara karşı Türkiye görevlerini getiriyor mu?

Hayır. Mesela benim on yıl önce yaptığım haber on yıl sonra da bu memleketin en büyük sorunu olarak karşımızda duruyor. İstatistiki rakamlar korkunç boyutta. Kendimizi kandırmayalım ve kendi mahallelerimizde kendi çocuklarımız rahat yaşıyor, güzel ortamlarda büyüyor diye kafamızı yastığa rahat koyup, mışıl mışıl uyumayalım.

14. Filmin Kıbrıs’ta çekilmesi öylesine verilen bir karar mıydı ve bu kararın verilmesinde etken neydi?

Bütün bu kalıpların kökeni mekânla ilintili değildi çünkü o düşünce yapısını nereye koyarsanız koyun kendisini de beraberinde götürür. Önce düşünce yapısının değişmesi gerekiyordu.

15. Araştırmalarınız neticesinde töreden kaçarak Kıbrıs’a göç eden çok insan oldu mu?

Hayır. Filmimizde mekânın ve zamanın kurgu olarak değiştirildiğini söylüyoruz zaten.

16. Şu sıra üzerinde çalıştığınız yeni bir projeniz var mı? Eğer varsa bize bahşeder misiniz?

Bu sefer başarı hikâyesi üzerinde çalışıyorum. Ana karakterim yine bir genç. Son dönemlerde çokça konuşulan bir tartışmanın cevabını veren, yaklaşık yedi yıl öncesinin gerçek bir yaşam öyküsü.

*Bu verdiği samimi yanıtlarından ötürü Evrim Kanpolat’a teşekkür ediyoruz.

Söyleşi: Arzu Çevikalp


Halam geldi filmi hakkındaki yazıma buradan ulaşabilirsiniz:

http://www.haberturk.com/yazarlar/arzu-cevikalp/908084-siddete-ve-istismara-hayir

ARZU ÇEVİKALP
arzucevikalp@cosmoturk.com
COSMOTURK.COM


ARZU ÇEVİKALP
YAZARA E-POSTA GÖNDER

 

Diğer yazıları liste halinde görmek için tıklayın >

Favorilerinize ekleyinAnasayfaya dönPaylaşın
GÜNLÜK FALINIZ
HAVA DURUMU

REKLAM
reklam@cosmoturk.com

İLETİŞİM
cosmoeditor@cosmoturk.com

TEL: (0212) 280 07 00
FAX: (0212) 244 13 32

-->
>