KÖŞE YAZILARI | ÇİSEM SOYLU

Ömür Dediğin Bilinmezlere Gebe

Bilmediğimiz, tahmin etmediğimiz bazı sürprizler tatsız oluyor, acıtıyor da... (Çisem Soylu)
 
   
 
 
     

Bilmediğimiz, tahmin etmediğimiz bazı sürprizler tatsız oluyor, acıtıyor da ummadıklarımız daha bir yakıyor insanın canını. Bir dostun sırtını dönmesi, giden bir sevgili, belki de iş yerinde hakedildiği halde alınamayan bir terfi... İnsanın içine dokunan ne varsa, daha derine iniyor acısı.

“Bir önerim var sana, diyorum ki; iş çıkışında birşeyler yapalım, sinemaya gidelim, sonra bize gel, bizde kalırsın bu gece, evde annemle babam var yalnızca, misafiri de pek severler hem sana da değişiklik olur ne dersin?” Onun için birşeyler yapmalıydım ama ne? Çok yakın arkadaş değildik ama yine de üzülüyordum. Onun bu kırılmışlığını görmek insana bir gelecek kaygısı aşılıyordu...

“Canım benim, çok sağol. Kafamı toparlamam gerek, herşey o kadar taze ki kimsenin huzurunu kaçırmak istemiyorum. İlerleyen zamanlarda yapalım bu planımızı. Evdekilerin de durumu kötü, onlarla olmam daha iyi olacak, kardeşime bile ben destek oluyorum, onu öldüreceğim diyor başka birşey demiyor. Ne yapacağımı şaşırdım artık...” İşe yaramamışt önerim. Bir yanım ısrar etmem gerektiğini söylerken bir başka yanım sessiz kal diyordu, yapamadım; “Huzur kaçırmak olarak düşünme canım benim, bu durum herkesin yaşayabileceği ve normal olarakta desteğe ihtiyacı olduğu normal bir durum, ben sadece kafan dağılsın istedim biraz ama sen rahat edemeyeceksen daha sonra yapalım tabi, kardesinle de konuş, zaten üzgün olduğunu, böyle yaparsa sana bir yararı olmayacağını aksine hepinizi daha çok üzeceğini söyle, biraz sakinleştikten sonra hak verecektir eminim..”

Ne saçmalıyordum böyle? Kendimi bir anda basmakalıp cümleler kurar gibi hissettim. Bana o basmakalıp cümleleri kurduran şey her neyse susmadı; “Haklı ama bir laf vardır ‘değmez’ derler. Bu kadar açık... Biraz daha acıyacak canınız, sonra geçecek, görürsün. Ben bire bir yaşamadım ama çok örnek gördüm inan bana, hiçbir acı kalıcı değil, tanrı kimseye tasıyamayacağı bir acıyı vermiyor. Bunları durumu hafife aldığımdan söylemiyorum, simdi söylemesi kolay tabi diyebilirsin, ama inan böyle, bir zaman sonra kendin göreceksin böyle olduğunu.”

***

Hak veriyordu vermesine ama hak vermesi durumu değiştirmiyordu. Herşey 1 haftada olmuştu, 1 hafta önce karnındaki bebeği sevip ne zaman doğacağına dair kritikler yapıyorduk. Çok uzun zamandır birlikte olduğu adamın, eşinin, hayat arkadaşının bu ihanetine anlam veremiyor, yalnızca kendini sorguluyordu. Kendini sorguladıkça bir hata arıyor, hata bulamadıkça daha beter oluyordu. Biri çıkıp “İşte hatan bu!” deyip yüzüne vuruverse su serpilecekti sanki yüreğine. Yaşadığı ihanetin nedenini bilememekti onu yoran, başka birşey değil.

O sabah masasında otururken bir başkaydı. Sormak istedim, soramadım. Fazla beklememe de gerek kalmadı, dökülüverdi sözcükler dilinden; “Bebeğim yok artık biliyor musun?” Bir an elim karnıma gitti.
Sanki hamile olan, o bebeği hisseden, sonra da kaybeden benmişim gibi oldum. O an hissettiğimi tarif etmem imkânsız. Biraz konuştuk sonra... Eşinin onu aldattığını öğrenmişti, üstelik kendi evinde, kendi yatağında. Durumun farkına vardığını anlayan adam da itiraf etmiş yediği haltı, üstüne üstlük bebeği istemediğini söylemişti. Ertesi gün birlikte hastaneye gittiler, o operasyondayken adam kürtaj için onay vermesi gereken kağıdı imzalayıp ortadan kaybolmuştu. Bebeğini istemediği bir elvedayla uğurlarken gerçeği daha net anlamış oldu; sevdiği adam artık onun değildi. O an bitti belki düzelir, belki evliliğimizi kurtarırız ümidi. Sevgisini anlatması da yaşadıkları gibi gerçekti; “O benim küçük bebeğim gibiydi, gözünde yaş görmeye dayanamazdım. Evliliğimiz boyunca her istediğini yaptım, incinmesin istedim, yorulmasın. Onu bu kadar sevdiğimi bile bile bana bunu yapmamalıydı. Gelip başkasına aşık oldum deseydi bu kadar üzülmezdim ama aldatılmak çok başka. Bunu neden yaptı??” Kurduğu en uzun cümle bu ve benzerlerinen ibaretti. Nedenle başlayıp gözyaşlarıyla biten bir kaç kelimeden ibaretti acısını ifade ediş biçimi. Ne olacağını ne yapacağını bilmiyordu. İçindeki şey bitecek mi, hayata normale dönecek mi, yoksa bu halde mi kalacaktı herşey bunu merak ediyordu. Her acı gibi bunun da ateşi sönecekti tabi, taze kalacak değil bir ömür boyu. Ama bunu ona anlatmak mümkün değildi. Fazla üstelemedim de. O kadar tazeydi ki yaşadıkları biraz acının keyfini çıkarsın, yorulsun istedim. İçinde olan biteni boşaltmadan toparlanmayacağı aşikâr.

Zamanla her acı diniyor evet. Yaşananların süresiyle ya da yoğunluğuyla ölçütleniyor ama o ya da bu şekilde geçiyor. Bir iz bırakıyor mu, pek tabi... Kimi zaman olay bile anımsatmayacak kadar derinde kalan, renksiz bir iz... Bir nefeste kendini belli edenler de yok değil ama zamanla soluyor renkler, direnmek faydasız. Belki de bir kez olsun gerçekten akışına bırakmak gerek zamanın kollarında, en iyi ilaçtır derler, büyükler bilirler... Çok klişedir ama ömür geçmişe üzülecek kadar uzun değil. Korkarım hep; hayatım yapmak istediklerimi yapamayacağım, istediğim kadar sevemeyeceğim, doyamayacağım kadar kısa gelecek diye. Bir erken ölme korkusu değil bunun nedeni keza öyle bir korkum olmadı hiçbir zaman.

Saatlerle tek derdim, hızlı geçiyor hınzır, sormuyor giderken iyi midir hoş mudur diye, tutturmuş bir ritim, arkasına da koymuş bir melodi, al sana senaryo. Sahne belli, oyuncular belli. Başrol olamama korkusundan rolümüzün hakkını veremez olduk, farkında değiliz...


ÇİSEM SOYLU
YAZARA E-POSTA GÖNDER

 

Diğer yazıları liste halinde görmek için tıklayın >

Favorilerinize ekleyinAnasayfaya dönPaylaşın
GÜNLÜK FALINIZ
HAVA DURUMU

REKLAM
reklam@cosmoturk.com

İLETİŞİM
cosmoeditor@cosmoturk.com

TEL: (0212) 280 07 00
FAX: (0212) 244 13 32

-->
>