Sahne 1. Başım dönerken
Evet, dünya dönüyor dönmesine de ya senin de başın fırıl fırıl dönerse nasıl olur? İçmeden sarhoş olmak gibi eğlenceli olur, deme, hiç öyle olmuyor.
Bir terslik varmış gibi; ama tam da ne olduğu belli değil gibi. Sen sabit durduğunu zannederken etrafındaki nesneler hareket edermiş, ayaklarının altında yeryüzü de adım atar, sağa sola çekermiş gibi, direksiyonu kırarken başın da ağır ağır o yana kıvrılırmış gibi.
Hafif hafif bir mide bulantısı gibi, durup dururken nane limonsuz gün geçiremez gibi.
Yeni yeni huylar ediniyorsun sonra. Mesela bir boy aynası olmalıymış her evde, bunu anlıyorsun. Arkana bile dönemiyorsun, fazla eğilip kalkamıyorsun, başını döndürmen, boynunu hareket ettirmen yasak. Banyodan çıkarken saçını şöyle bir geriye atamıyorsun, saçını savura savura kurutamıyorsun. Ayakkabını giyerken, bağcıkları bağlarken eğilmen gerekiyor; çünkü başını eğemiyorsun. Çorap giymek bile dert. Bildiğin robot gibisin.
Hani boğazın acır falan da ay ne olur grip olmiyim dersin ya, bu gripten beter arkadaş. Hal bırakmıyor insanda. Ya kaskatı kesiliyorsun hareket ettirmiycem başımı diye, o zaman da oran buran tutuluyor ağrıyor; ya da pandomim yapar gibi ağır çekim hareketlerle elektro şok yemiş tavuk gibi dolanıyorsun etrafta. Ah, bir de o hafif hafif mide bulantısı da cabası tabii.
Uykuya dalmak bile zor; çünkü yüksek bir yastıkta başını sağa ve sola çevirmemeye dikkat edecek şekilde uyuman gerek. Ne harika bir makineyiz ki, beyin komuta zinciri işe yarıyor. Bilinçli bir tercihle, yattığın gibi –kaskatı– kalkıyorsun sabahları.
Bugün bir an gözlerim kapalı, ama oturur vaziyette uyuklarken bedenim yukarı çıkıp aşağı düştü sanki de nasıl bir tuhaf his anlatamam size… Çok fena. Bu vertigo gerçekten alem bir şey. Hangi düzlemdeyim farkında değilim. Sanki dünyadan indim, Satürn’e yerleştim. O kadar kopuğum her şeyden.
Sahne 2. Her şey normale dönerken
Soğuk ama güneşli bir gün. İki haftalık vertigo döneminden sonra sanırım artık yeni bir çağ başlayabilir. Umut dolu, hızlı adımlarla gittim Nişantaşı’na. Önce arkadaşıma bir kedi aldım, kara kara bıyıklı bir kedi. Kendime de kırmızı bir uğur böceği. Sonra doktorun kapısını çaldım, biraz beklettikten sonra içeri aldı. İyileşmişsin dedi doktor, artık rahatça hareket edebilirsin, dedi. Keyfine bak, istediğin kadar uzanabilirsin, dedi odadan çıkarken. Eee şimdi?
Her şeyin dönmesine tam alışmışken olacak şey mi bu? diyor bir tarafım.
Diğeri susturuyor. Keyfine bak işte, gel biraz kestirelim şuracıkta.
Hmmm… her şey sessiz ve sakince, dünya da kendi kendine dönüyor, ne güzel.
Aynı alışkanlıkla, usulca kalkıyorum yattığım yerden.
Sokakta yürürken dünyayla uyum içindeyim. Kapı açılıyor ve kapanıyor önüne gelince. Derin bir nefes alıyorum. Uğur böceğim uğur mu getirdi ne… Kitapçıya giriyorum. Murathan Mungan’ın yeni kitabı çıkmış. İki de İstanbul kitabı beğeniyorum. Güneşli Nişantaşı.
Kaç gündür panjurları inik bir odada, robot gibi yaşadığımdan bu güneş beni benden alıyor. Dükkânlara girip çıkmak ve durmadan yürümek istiyorum.
İşte o dükkânlardan birinde görür görmez vurulup iki mavi balıklı bir yüzük aldım kendime. Hemen de taktım. Su yeşili kazağıma da pek yakıştı üstelik. Cırt pembe tırnaklarımla dalga geçer gibi bakıyor mavi gözlü balıklar, sanki zıp zıp zıplıyorlar suyun üstünde. Dans eder gibi…
Gerçekten dönmediğinde daha güzelmiş başı dönüyor olmak. Sevinçten, keyiften, zevkten.
Bugün ben de vertigo’mla vedalaştım ve hayatla dansa kalktım. Güneşli bir öğleden sonra, yasemin çayımdan içip şehrin cumartesisini seyredaldım.
Nilhan Fidan
nilhanfidan@cosmoturk.com
NİLHAN FİDAN
YAZARA E-POSTA GÖNDER