New York’un orta yerinde dört kadın. Görüşmeyeli bir kaç ay ve hatta birkaç sene olmuşken bu büyük buluşmayı ayarlamış olmalarına bile şaşırıyorlar. En tanıdık restoranlardan birindeler bir Cuma akşamı, iş çıkışı. Hepsi de farklı ofislerden, patronlarından farklı saatlerde kurtulabilerek, farklı güzergâhlardan geldiler. Metro, taksi, hatta yürüyerek. Ellerinde laptop çantaları ve büyük iş çantaları. Akıllarında bin bir telaş, iş yerinde bırakmaya çalıştıkları sorunlar, hafta sonu için bambaşka planlar.
Julia, içlerinde en büyüğü; ama hepsinden genç duruyor. Esmer, dalgalı uzun saçlarını hiç boyatmadı, beyazı çıkmamasına gıptayla bakıyor herkes. On yıldır sevdiği adamla birlikte, onunla kavgalarını anlatırken bile gözlerinin içi parlıyor. Oğlu, dünya tatlısı, bu sene beş yaşına basıyor.
Julia, esprili anlatımıyla hayatının her karesinde insanı kırıp geçirebilecek bir gizli komedyen. Sarı kısa saçları ve eşinin de vurulduğu mavi gözleriyle duru bir güzellik. Evleneli birkaç sene oldu ve artık deli gibi çocuğu olsun istiyor. Tanımadığı kişilerin bebeklerini bile alıp öpüp koklayası geliyor. Kadın hormonları işte böyle bazen, ziller bebek için çalınıyor.
Julia, kızıl bir afet. Koyu yeşil gözlerine inen buklelerini eliyle arkaya atarken gözlerine değip geçen soru işaretlerini saymazsak hayatı fazlasıyla dolu ve halinden çok mutlu. Bir yıl önceki ayrılığından sonra önce araba aldı, sonra hiç bilmediği bir konuda yüksek lisansa başladı ve tabularını yıkacağı bir ilişkiye yelken açtı. Çıtır sevgilisi gecenin ilerleyen saatlerinde aralarına katılacak ve Julia elinde olmadan, çocuğun arkasından yapılacak dedikoduları merak edecek. Ama tuhaf ki kimse bu genç delikanlıyla ilgili iyi ya da kötü hiçbir şey konuşmayacak. Herkes kendi hayatını yaşamayı öğrendi çoktan ve kimsenin kimseyi kırıp dökemeyeceği bir kabullenme var aralarında.
Julia da yaşını göstermeyenlerden. Omuz hizasında kestane saçları dalgalı; kuaförü dahil herkese inat kestirdiği kahkülleriyle de barışık şimdilik. Son aylarda biraz kilo aldı ama uzun boyunun avantajını kullanıyor, henüz kiloları göze batmıyor. Laptop çantası, dosyaları ve kol çantasının gittikçe ağırlaşan yüklerini göz ardı ederek, yürüyerek geldi bankadan. Bugün fazlasıyla yorgun ve bir an önce eve gidip uyumak istiyor; ama bu büyük buluşmayı kaçıramazdı.
Yemekler söyleniyor, bazısı beğenilmeyip geri yollanıyor, restorandaki kalabalık ve müziğin sesi arttıkça birbirlerini duymakta zorlanıp iyice yaklaşıyorlar. Kırmızı ve beyaz şarapla bira şişeleri arada bir kaldırılıp şerefe yapılıyor. Hayatları da sanki bu anda duralıyor ve evde bekleyen beklemeyen kimselerinden arınıp bundan on iki sene önce tanıştıkları günlere gidiyorlar. Çok daha genç ve çapkın günlerine…
Julia hala o çapkınlıkları hak edenlerden aslında. Masadaki tek gerçek bekâr o nasıl olsa. Seneler önce Kopenhag’lı Michael’ı dans pistine nasıl çektiğini anlatıyor, gülüyorlar. Herkes bir bir dökülüyor; kırmızı ile beyaz şarabı karıştırıp roze yapmaya çalışmaları mı, taksiden atlayıp caddede koşmaya başlamaları mı… Deli dolu günler… Yalnızlık iyi değil, iyi ki biriyle beraberim diyor biri, diğeri ona katılıyor. Masadaki iki kadın göz göze geliyor. Gözlerinde soru işaretleri. Biri hak verir gibi biraz; ama diğeri ne evlilerin “yalnızlığı yerin dibine sokan ve biriyle beraber olmanın şenliklerine değinen” sözlerinden alınıyor ne de çocuk doğurmanın “belli” bir yaştan sonra zorlaştığına dair öğütlerine takılıyor bu akşam. Öyle bir noktaya götürdü ki hayat onu, ne en çıtır sevgilileri ne de en sadık eşleri kıskanacak değil. Julia gibi bir çocuğu olmasını o da istiyor zaman zaman, kızını kucağına alacağı günleri umutla bekliyor. Julia’nın erkeği satranç tahtasında ileri geri oynatmayı böyle rahatlıkla yapmasına şaşırmıyor değil; ama yapmadığı için kendine de kızmıyor.
Önceden hazırlıksız ve olduğu gibi yaşanabilen bir hayatı özlüyor son zamanlarda. Kim ne dermiş ne düşünürmüş takmadan yaşayabileceği bir hayatı. Başkalarının sözlerini ona duyurarak kalbini kırmaya çalışmayacak, onu bir yalana inandırmayacak bir erkeği özlüyor olsa olsa. Onu sevebileceğini sanan ya da –miş gibi yaparak kendini tatmin eden birini değil, onu hayatında isteyen, sımsıkı seven bir erkeği.
İki kadın anlattıkça düşüncelere dalıyor Julia. Kapıyı çarpıp çıkılan onca kavgadan sonra eşlerin birbirlerine sevgiyle dönmelerine imreniyor büyük olasılıkla; ama bu denli bir sevgiyi nerde bulabileceğini henüz bilemiyor.
NİLHAN FİDAN
YAZARA E-POSTA GÖNDER