KÜLTÜR-SANAT

Önce romanı, sonra filmi… ‘Hazel’ geliyor

Tayfun Şahin’in 1 yıldır üzerinde çalıştığı romanı ”Hazel” 1 Şubat 2010 da İskenderiye Yayınları etiketi ile raflarda, yerini alıyor.
 
   
 
 
     
Tayfun Şahin’in 1 yıldır üzerinde çalıştığı romanı ”Hazel” 1 Şubat 2010 da İskenderiye Yayınları etiketi ile raflarda, yerini alıyor. Üçlemenin ilki olan romanın ayrıca aynı ismi taşıyacak sinema filmi için mekan seçimleri tamamlandı. Cast çalışmaları devam eden filmin çekimlerine yaz döneminde başlanacak. . İstanbul, Antalya ve Tekirdağ’da çekilecek filme adını veren ‘Hazel’i genç oyuncu Burcu Cenger oynayacak. Film 2011’de sinemalarda gösterilecek.

Filme ait teaseri www.hazel.gen.tr adresinden izleyebilirsiniz.



İŞTE ‘HAZEL’DEN KESİTLER…

Siyaset

- Hazel’in bana ihtiyacı var gitmem gerek. dedi endişeli bir sesle.
Başer biliyordu ki; Ali kalmayacaktı. Yine de uyarmak istedi.
- Gelen milletvekili, başın ağrımasın sonra.
Ali güldü;
- Adı üstünde, milletvekili.
Sonra işaret parmağını göğsüne bastırdı,
- Millet burada, vekil kim oluyor.

İntikam

İsmet Kartal parmaklıkların arkasından gülümseyerek Ali’ye bakıyordu. Bu alaycı gülümseme Ali’nin dikkatini çekti.

- Hala gülümseyebildiğine göre buradan kurtulabileceğini sanıyorsun değil mi?
Parmaklıklara doğru biraz daha yaklaştı. Sesi bu kez daha öfkeliydi.
- Seni elimden bir tek Allah kurtarabilir İsmet Kartal, ama senin artık ona bile sığınacak yüzün yok!

Aşk

Hazel başını adamın omuzundan ayırdı. Gözlerine bakıyordu.

- Söyle bakalım Aşiroğlu. Beni ne kadar seviyorsun?
Ali ne diyeceğini bilemedi. Biliyordu ki ne dese az olacaktı.
- Benim seni ne kadar sevdiğimi anlatmaya ne dilim ne kelimelerim yetmez Hazel. Ama elimde olsa seni ne kadar sevmek isterdim bilmek ister misin? Ezan ile namaz arası kadar… Doğduğumda kulağıma okunan ezan, öldüğümde kılınan cenaze namazıma kadar her saniye seni sevmek isterdim.

İhanet

Sadece nefesi duyuluyordu telefonda. Ali son gücünü topladı. Gözyaşının gözünde çıkmaması için kendisiyle savaşıyordu.

- Ona nasıl gidebildin hala aklım almıyor, içim kabul etmiyor. Şu şehirde, çektiğim acıyı anlatmaya bile gücüm yok. Mutlaka sen de acı çekeceksin. Dilerim çektiğin acı benimki kadar olmaz. Bu acıya senin o küçük yüreğin dayanmaz.

Vefa

Ali çıkarken Remzi Efendi kapıda bekliyordu. Yine ellerine sarıldı:

- Efendim beğendiniz mi kahveyi?
- Ne zaman kötü yaptın ki Remzi Efendi.
Remzi Efendi ağlamaya başlamıştı:
- Sizi çok özlüyorum efendim.
- Sabret yine birlikte olacağız, diyerek sırtını sıvazladı Remzi Efendi’nin.
- İnanın hanımım ve ben bunun için çok dua ediyoruz.

Nankörlük

Yıllarca patronu olan Ali’yi gören Tuncay selam bile vermemişti. Ali’nin sesi duyuldu.

- Tuncay!
Tuncay uzun zamandır duymadığı bu ses tonunu hatırlamıştı.
- Bu… Buyurun Ali Bey.
- Kediye neden nankör derler biliyor musun? Yemeğini yedikten sonra, köpekler gibi yalakalık yapmaz, gidip yatar.

Çünkü rızkın geldiği yerin Allah olduğunu ve kulun sadece buna aracılık ettiğini bilir. Sen görmeyeli Allah ile kulu karıştırır olmuşsun. Dikkat et çarpılırsın.

Yalnızlık

Arabasına bindi. Son durağı annesinin mezarıydı. Mezarlığa girmeden önce, uzaktan baktı annesinin mezarına. Dönüp gitmeye çalıştı yapamadı. Girdi. Dizlerinin üstüne çöktü. Ellerini bacaklarının arasına almış sadece yere bakıyordu.

- Kalk anne… Kalk gör oğlunun halini. Parça parça ediyorlar, her gün bir parçamı koparıyorlar. Elimi uzattığım herkes karanlığa dönüşüyor. Güveneceğim, dayanacağım hiçbir şey kalmadı. Bilmeden kendi ellerimle beslediğim yılan; boğazımı sıkıyor, canımı alıyor, her gün yeniden öldürüyor beni anne. Hazel de yok, kimse yok anne!

Yüzünü annesinin göğsüne bastırırmış gibi toprağa gömdü. Sağ avcu bir parça toprağı sımsıkı kavramış, annesinin elini bırakmak istemeyen çocuk gibi çırpınıyordu. Konuşamıyor, sadece ağlıyordu.

Ölüm

Ege, Ali’nin ölümünden 1 ay sonra kabrini ziyaret ediyor ve şunları söylüyordu;

- Pişman değilim. Dünyayı yönetecek gücüm oldu. Dünya paranın gücüyle yönetiliyor. Aşkın değil. Ölüyorum üstat. Umarım yanına geldiğimde beni affetmiş olursun…”
6 ay sonra kanserden öldüğünde, geriye 55 ülkeye yayılmış dev bir şirket bıraktı. Şirketin bütün binalarına Ali’nin sözü asıldı.
”İnsanı sadece en yakınındaki yok eder”

Yeni bir başlangıç

Semiray Şahin’in uzattığı defteri aldı.

- Bu kadar ölüm, bu kadar acı… Neyse… Kapandı sonunda bu defter.
Şahin odadan çıkan Semiray’ın arkasından baktı.
- Ah abla! Kapanan defter, Ali’nin sana verdiği defterdi. Birde bana verdiği defter var.
Koltuğundan kalktı. Duvarda bulunan kasayı açtı. Kalın, koyu renkli bir defteri eline aldı. Tekrar masasına oturdu. Bir süre deftere baktıktan sonra mırıldandı.
- Bu defter hiç kapanacak gibi durmuyor….

Hikaye

Ali Aşiroğlu hayatının uzun bir bölümünü yapay insanların bulunduğu fanusun içinde derin nefesler alarak yaşamaya çalışmış bir medya patronudur. Başında bulunduğu şirketi kendi alanlarında deneyimli kişilerle birlikte yönetmektedir. Ege, Başer, Sinem… Başer’i bir baba gibi görürken, Ege en saklı sırlarını bile paylaştığı bir kardeş, Sinem ise gönlünü verdiği sevgilidir. Ancak yıllardır birlikte olmalarına rağmen hiç birisinde bulamadığını bir gün staj için kapısını çalan Hazel’ de bulacaktır.

Kaybetme korkuları diğer insanlardan farklıdır… Yaşamında değer verdiklerini kaybetmek, onun için elindeki tüm parayı kaybetmekten daha önemlidir… Duygusallığın doruğunda yaşayan ama bulunduğu ortamda katı, çalışanlarının çoğu zaman konuşmaya cesaret edemediği bir patrondur…

Bir Cumartesi sabahı uyuyup kaldığı odasında gözlerini bir şarkı ile açar. Öfke ile kalkıp camını araladığında gördüğü manzara ya Allah’ın bir lütfu olacaktır, ya da vereceği sınavın ilk bölümü. Hazel elinde klimanın kumandasından yaptığı bir mikrofon ile çalan müziği sanki kendisi söylermiş gibi yapıyor bir yandan da müziğin ritmine kendisini kaptırmış dans ediyordur. Bu manzara onu çocukluğunun en derinliklerine kadar götürmüştür. Artık Hazel’i her görüşünde kalbi hiç atmadığı kadar hızlı atıyor, o despot ve sert adam gidiyor, yerine sanki 7 yaşlarında bir çocuk geliyordu.

Artık günler çok daha güzel geçiyordu. Bu kızda unuttuğu duyguları, kaybettiği annesini buluyordu. Allah, Hazel’i sanki desen desen işleyip kendisi için yeryüzüne göndermişti. Gözleri, bakışı, duruşu, oynayışı, esprileri… Tepeden tırnağa her zerresi…

Yaşanan hep güzellik değildir. Baş düşmanı olan İsmet Kartal boş durmamış, zehri verecek olan yılanı Ali’nin içine çoktan salmıştır. Uğrunda bir hayat vereceği Hazel’in ihaneti yetmezmiş gibi en güvendiği dostu Ege, bir gün şirketi İsmet Kartal’a satar. Savcılık Ege’yi yakalayacak ama sırf Hazel’i işe alan Ege olduğu için şikâyetçi olmayacaktır. Bu Öyle Bir Sevmekti ki, savcı neden diye sorduğunda Ali parmağı ile Ege’yi işaret edecek ve şu cevabı verecekti.

‘’O adam bana hayatımın en güzel günlerini getirdi. Hani imkan olsa, ben Ona bir bir şirket daha, Oda bana bir Hazel daha verebilse… Hani imkan olsa da, geçmiş yeniden yaşanabilse…’’

Ali kaybettiği her şeyden vazgeçmiş sadece Hazel’den uzak olmanın acısını yaşıyordur. Fakat bir gün İsmet Kartal Hazel’inde canını yakar. İşte o gün sadece kaderinin yazdıklarını yaşayan Ali, o günden sonra yaşanacakları kendisi yazacaktır…



Tayfun Şahin hakkında

1971 yılında Tekirdağ'da doğdu. Lise yıllarında amatör olarak yazmaya başladığı şiirler çok sayıda yerel ve ulusal alanda ödüller aldı. 2000 yılında geldiği İstanbul'da medya sektörüne adım attı. ''Bir Umut'' ve ''Kambuçkalar'' belgesellerinin yapımcılığını üstlendi. 2006 yılında Cinemascope Sinema Dergisi'ni yayın hayatına geçirdi. Halen www.sinemaloji.com internet sitesinde köşe yazıları yazmaktadır. Üçlemenin ilki olup, romanla aynı ismi taşıyacak olan ''Hazel''in sinema çalışmalarını sürdürmektedir.

Favorilerinize ekleyinAnasayfaya dönPaylaşın
GÜNLÜK FALINIZ
HAVA DURUMU

REKLAM
reklam@cosmoturk.com

İLETİŞİM
cosmoeditor@cosmoturk.com

TEL: (0212) 280 07 00
FAX: (0212) 244 13 32

-->
>