DİĞER HABERLER

Çekinmeden film seyretmek

"Hemen size iki çeşit film seyretme ortamı sayayım. " Can Anamur'un yeni yazısı...
 
   
 
 
     
Çekinmeden film seyretmek

Hemen size iki çeşit film seyretme ortamı sayayım.

İlki, tanıdığınız, meslektaşınız olan 30 kadar insanla, özel olarak düzenlenmiş bir gösterimde, sizin seçmediğiniz bir saat ve yerde film izlemek.

İkincisi sizin seçtiğiniz bir salonda, içinizden o filmi seyretmek geçtiği bir gün ve saatte, paşa paşa biletinizi alarak filmi seyretmek.

Şimdi ilk durum sinema eleştirmenlerimizin topluca film seyir eylediği basın gösterimleri... Diğer seçenekse, şu hayatta sinema eleştirmeni olmayan sinema izleyicilerini kapsıyor. Hangisi bir eleştiri yazmak için doğru ortamdır? Kendi görüşümü biraz sonra sizlerle paylaşacağım. Ama öncelikle, beni bu konuyu kaleme almaya neler itti, onu kısaca yazayım.

İlk önce Perihan Mağden’in 31 Mart Perşembe günü yayınlanan “Galada Neler Olmayacak” başlıklı yazısı. Filmin galasına gitmeyecek, daha sonra bir sinema salonunda izleyecekti filmi. “… beyazperdede muhtemelen ağlaya, ağlaya ve hiçbir yabancılaşma kirliliğine maruz kalmadan, hayatta yalnızca bir kez tadılabilecek bir zevkle izleyeceğim” diye bitiriyordu Mağden yazısını. Yazarın “İki Genç Kızın Romanı” adlı romanı Kutluğ Ataman tarafından sinemaya uyarlandı. Yapımcılığını Gülen Güler’in Yalan Dünya adlı yapım şirketinin üstlendiği film, nisan sonu seyirciyle buluşacak. Şimdi, bu filme bir gala yapılacak tabii. Eh, başrollerden birini de Hülya Avşar oynadığına göre magazinciler de akın edecekler. Şimdi, Mağden filmi böyle bir ortamda seyretmektense, kendi seçtiği bir salonda, kendini izlemeye hazır hissettiği bir gün ve saatte filmi göreceğini yazıyor kısaca. “Bu yüzden beni galada beklemeyin, Hülya Avşar ile aramda polemik yaratmaya da çalışmayın”a getiriyor lafı.

Oysa sinema yazarlarımız film seyretmenin başka türlüsüne alışıklar. Kendi başlarına film seyretmektense, poğaçaların, çayların ikram edildiği, firma görevlilerinin kapılarda karşıladığı basın gösterimlerini yeğliyorlar. Geçenlerde yaşanan polemikte Pardon filminin basın ilişkilerini yürüten Ali Hakan ile yıllanmış sinema eleştirmenimiz Atilla Dorsay karşı karşıya gelmişlerdi. Sinan Çetin’in yapımcılığını üstlendiği, Kenda’nın dağıtımıyla vizyona giren filmin galası Ümraniye Carrefour’da yapıldı. AFM grubunun bu sinema kompleksi Türkiye’deki en iyi ses ve perde sistemlerinden birine sahip. Bunu baştan söyleyeyim. Gala gecesi, AFM’nin yönetim kurulu başkanı Adnan Akdemir’le birlikte salonların makine odalarını gezme fırsatım da oldu. Öncelikle THX sistemiyle donatılmış salonlar tam otomatik faaliyet gösteriyor. Yani makinist yok. Yıllardır aynı işi yaptıkları halde, hala her seans her filmi fulu başlatmayı beceren, filmi perdeye yerleştirene kadar seyircinin sinirleriyle oynayan makinistler yok! Her şey otomatik. Tek bir teknisyen salonları dolaşıyor, sorun olursa anında müdahale ediyor. THX ses düzeni olan salonlar özellikle etkileyici. İşte böyle bir salonda seyrettik filmi. Ama bazı sinema yazarlarımız salonda değillerdi. Salonda olmadıkları için de film hakkında yazı yazmadılar. Dorsay, Ali Hakan’a verdiği cevapta “iki saatlik bir film için dört saat yol mu gidilir” tarzı bir cümle bile kullandı.

Bence sinemayı seven insan film seyretmek için değil dört saat, dünyanın öbür ucuna bile gidebilir.

“Bu salon da isminden kaybediyor” diyebilirsiniz. Zaten AFMciler de bunun farkında. Ama, AFM Carrefour şu sıralar en çok iş yapan sinemalar listesinde de ön sıralarda yer alıyor. İsmi Ümraniye olsun, olmasın!

Dönelim polemiğimize. Şimdi, bu filmin sinema yazarlarına özel sabah basın gösterimi yapılmadı. Ümraniye yolunu uzun bulan bazı yazarlar da buna tepki vererek film hakkında hiç yazmadılar. 100 kopyayla dağıtılan, ilanlarıyla her yanı kaplayan bir filmi görmezden geldiler.

Sinema yazarı sinema tutkunu olmalı, değil midir? Aynen bir futbol yazarı gibi, sevdiği bu dalla yatıp kalkmalı, değil midir? Hemen çok kısa bir detay. Acun Ilıcalı Show Tv’de işe başlamasını şöyle anlatır. Şansal Büyüka’nın karşısına çıkan Acun, Galatasaray’ın bir Avrupa deplasmanını seyrettiğinden bahseder. “Sen Kadıköylü değil miydin, sen Fenerli değil miydin” diye soran Büyüka’ya Acun’un cevabı kısadır: Çok iyi maçtı.

Bence gerçek futbol seyircisi iyi maçı kaçırmaz. Bir Real Madrid-Barcelona derbisini ekranda mutlaka yakalar. Chelsea’nin güzel futbolundan zevk alır. Thierry Henry’nin zeka dolu oyunuyla doyuma ulaşır. İster Fenerli olsun, ister Cimbomlu, ister Beşiktaşlı…

Bence gerçek sinema seyircisi de Ümraniye’ye gitmeye üşenmez. Vizyona çıkan filmi merak eder. Clint Eastwood son filminde ne yapmış diye merak eder. Fatih Akın “Temmuzda” ile “Duvara Karşı” arasında “Solino” diye bir şey yapmış, nasıl acaba, diye merak eder. “Amelie”den sonra Jeunet-Tautou ikilisi neler yaptı der, merak eder. Teoman hem yönetmen hem oyuncu olarak kendi senaryosunu çekmeye kalkınca, nedir bu acaba der, merak eder.

Ve bu merakını, film Ümraniye’de de oynasa gider tatmin eder.

“Film benim ayağıma gelsin, şöyle diğer yazarlarla gidelim seyredelim” düşüncesi bence eleştirmenin özgürlüğünü de kısıtlayan bir izleme şekli. Bu uygulama ülkemize, Amerikalı majorlarla birlikte girdi. UIP ve Warner bu basın gösterimi uygulamasını yerleştirdi. Bu uygulamadan önce filmi vizyonda seyredip fikirlerini yazan gazeteciler de artık filmi önceden izler ve yazılarını yazar oldular. Eskiden film eleştirisi okuyan gazete okuyucusu da daha çok tanıtım yazıları okur oldu.

Perihan Mağden’in yazısını hatırlarsak, onca tanıdık, meslektaşın içinde insan korkunca çığlık atamaz, üzülünce ağlayamaz, sıkılınca çıkamaz.

Biz yine sıkılınca çıkabileceğimiz, üzülünce ağlayabileceğimiz, korkunca çığlık atabileceğimiz ortamları seçelim film seyretmek için. Ne dersiniz?

Can ANAMUR

Favorilerinize ekleyinAnasayfaya dönPaylaşın
GÜNLÜK FALINIZ
HAVA DURUMU

REKLAM
reklam@cosmoturk.com

İLETİŞİM
cosmoeditor@cosmoturk.com

TEL: (0212) 280 07 00
FAX: (0212) 244 13 32

-->
>