DİĞER HABERLER

Güneş çocuğu

Bağdaş kurmuş okyanusun üzerinde oturuyordum. Yalnızdım, büyüktüm ve dalgalar parmaklarımın ucunu donduruyordu.
 
   
 
 
     
İçimdeki huzursuzluk ve kızgınlık duygusu, soğuğuyla bütünleştiğim deniz tanrısının, denizin dibindeki mağaralarında deprem etkisi yaratıyordu. Su yüzüne çıktı.
"Sıcak bir rüzgar gönder" dedim. "Yalnızım ve donuyorum, sıcak bir rüzgar gönder ve güneşi çağır." Deniz tanrısı güneşe uzandı. Kolunu kaldırdığında ılık bir meltem yaladı yüzümü. Bu meltemin donmuş bedenimi ısıtmasını diledim. Deniz tanrısı güneşten küçük bir parça kopardı.
"Ne yapıyorsun" dedim.
"Güneş çocuğunu, yalnızsın ya bir arkadaş yaratacağım sana, yanında olduğu sürece ısınacaksın."
"..........."
Boyu uzun, saçları uzun, elleri naif bir güneş çocuğu yarattı. Sapsarı saçları ve neredeyse sarıya yakın yeşil gözleri vardı. Çırılçıplaktı ve çok güzel kokuyordu. "Güneş çocuğu ne güzel kokuyor" dedim hayranlıkla.
"Biliyorsun güneşte su yok ve suyun, nemin olmadığı her şey kurur, kurudukça böyle güzel kokar. Çünkü nem çürütür, güneşse kurutuyor."
Güneşin oğlu güzeldi. Bedeninin sıcak olduğunu bilmek bile içimi ısıtıyordu. Onunla birlikte kutuplara gitsem üşümezdim. Bende iyice çıplaklaştım, insan kurallarından sıyrıldım, özgürleştim, kedileştim, vahşileştim, çılgınlaştım.
Uzayda koşmaya başladık güneşe doğru. Yanımızdan geçen yıldızların kimisinden soğuk, kimisinden sıcak bir esinti geliyordu. Evrenin her milimetresinde Unforgiven yankılanıyordu. Her bas bedenimizi biraz daha ileri fırlatıyordu.
Ancak paltomun içine sığınarak korunabildiğim ülkemin ve şehrimin soğuğundan kum sıcağına nefis bir yolculuktu bu. Bir şelale gibi aktık güneşe. Kumlar... kumlar... kumlar... Bedenimi ısıtan kumlar.
Ama Güneş! Oh! Ben böyle bir yerde doğmalıydım. Kumlarda yuvarlandık, uzayın boşluğuna batıp çıktık. Güneşte kuruduk, uzayda tekrar ıslandık. Yumuşak bir naylon topa benziyordu güneş, üzerinde zıplayınca uçuruyordu bizi. Yalazların karanlığı karıştığı yere kadar yükseliyorduk.

Güneşin çocuğu "Hadi aya gidelim" dedi.
Ay süt içindeydi, adalar gibi meyveler yüzüyordu ay yüzeyinde. Ben bir muzun üzerine uzandım, ona tutunup ayaklarımı çırptım. Güneşin oğlu süte batıp çıkıyordu, bu haliyle çizgi filmlerdeki deniz kızlarına benzettim onu. Saçları pırıldıyordu. Gözlerine baktıkça içime bir sevinç doluyordu.
Bir karpuzu iki elinin arasında sıkıp patlattı. En lezzetli yerini uzattı bana. Sonra kabuklarına binip dünyanın göründüğü kraterlere doğru sürdük kabuklarımızı.
Dünya göründüğünde şaşkınlıktan küçük dilimizi yutabilirdik. Hindistan görünüyordu ve zavallı bir inek dünyayı boynuzları üzerinde taşıyordu. Bir ara başı aşağı kaydı, dünyayı düşürüverecek sandım ama uyandı, silkindi, güneşe doğru yöneldi.
Kabuklarımızın rotasını ayın daha da aşağılarına çevirdik. O ne? Meğer Atlas taşıyormuş dünyayı. Sofrasının üzerine yemek için bir inek koymuş, dünyayı bırakacak bir yer bulamadığından dünyayı ineğin boynuzlarına yerleştirmiş. Bir elinde çatal, bir elinde bıçak.
"Demek hepsinin bir doğruluğu varmış güneş çocuğu"
"Gel, bir de tepelerden bakalım dünya nasıl görünecek."
Kabukları bırakıp süte daldık. Dalmamızla birlikte bir anda fırtına koptu sanki. Atlas, ayı bir tas gibi kullanıyordu. İçini oyduğu devasa bir göktaşını ayın bir kraterine soktu ve süt aldı. Neredeyse dibe oturuyorduk.
Göktaşını ağzına götürür götürmez süt üstüne dökülüverdi. Uzayın derinlerine doğru akışına baktık. Karanlığına doğru yıldızlar gibi akıyordu.
"Atlaaaaaaaas....."
"Ne oluyor" dedim güneş çocuğuna korkuyla.
"Tek tanrı" diye mırıldandı.
"Olmuyor Atlas, olmuyor! Ben koskoca evreni yönetiyorum sen bir dünyayı taşıyamıyor oraya buraya koyuyorsun, sen daha yemek yemeği bile beceremiyorsun. Uzayımı mahvettin. Her yer süt oldu."
Karanlıkta gözlerim tek tanrıyı boşuna aradı. Görünmüyordu lakin sesi! Ne inek, ne Atlas!
Dünyaya gözlerimi diktiğimde denizin yüzeyinde yüzünü buruşturan deniz tanrısını ancak seçebildim. Deniz tanrısı;
"Yapabileceğim bir şey var mı?" diye sordu mahcup bir edayla.
"Yapma bir şey. Beceremiyorsunuz zaten. Sileceğim topunuzun şeceresini!”
Deniz tanrısı üzgündü; "Bırak bari tarih kitaplarında yaşayalım"
"Siz daha bir işi doğru dürüst beceremezken mi? Tamam, tarih kitaplarına adınız yazılsın ama göreceksiniz birkaç sütü bozuk filozof bile dalga geçecek yaptıklarınızla. Eğer tarih kitaplarına geçersem ileride belki tekrar bana tapınırlar diye düşünüyorsanız yanılırsınız."
Hırsla Atlas'ı, masasını, ineği avucunun içine aldı. Güneşin etrafında bir elips çizerek dünyayı bu yörüngeye oturttu. Avucundakileri yoğurdu, yuvarlaklaştırdı, üzerine biraz su döktü, tırnakları ile kraterler yarattı ve yeni gezegenini bir atışta uzayın derinliklerine gönderdi.
Güneş çocuğu ve ben sesimiz soluğumuz kesilmiş izliyorduk. Dünyaya çevirdim bakışlarımı. Büyükçe bir binadan çıkan kalabalıklar gördüm. Kapının aralığında mırıldanan bir adamın sesini ancak duyabildim;
"Siz ne kadar inkar etseniz de dünya dönmeye devam ediyor."

Mürsel Sezen
msezen@boyut.com.tr





Favorilerinize ekleyinAnasayfaya dönPaylaşın
GÜNLÜK FALINIZ
HAVA DURUMU

REKLAM
reklam@cosmoturk.com

İLETİŞİM
cosmoeditor@cosmoturk.com

TEL: (0212) 280 07 00
FAX: (0212) 244 13 32

-->
>