DİĞER HABERLER

Seviyorum...

"Sabah Cihangir’in en popüler kafesinde yola doğru uzanmış masalardan birinde kahvaltı ediyoruz." Deli Fişek'in yeni yazısını okumak için tıklayın...
 
   
 
 
     
Yaşadığım şehri seviyorum. Semtimi seviyorum. Sürekli yürüyürum. Filmlere girip çıkıyorum. Film aralarında eve dönüyorum. Bu şehir yazmamı kolaylaştırıyor. Sabah Cihangir’in en popüler kafesinde yola doğru uzanmış masalardan birinde kahvaltı ediyoruz. Pazarları daha bir heyecanla uyanıyorum orada kahvaltı etme hayali ile. Gerçi biz bira içerek başlıyoruz bu güzel güne! Cazcı tipli, kıvırcık saçlı, yuvarlak gözlüklü, zayıf, uzun boylu, saçları kırlaşmış bir zenci geçiyor önümüzden. Sırtında bir şeyler taşıyor. Çalışıyor belli ki! Ama muslukçu mu, tamirci mi, hurdacı mı anlaşılmıyor. Adam Harlem’den buraya ışınlanmış sanki! Birbirimize bakıp gülüyoruz hayret içinde. Adam bizi olduğu gibi etraftaki herkesi meraklandırıyor. Yan tarafta ayakta duran acaip yakışıklı bi herif "what’s your story man?" diye laf atıyor. Hah! biz de tam onu merak ediyorduk. Ama adam birşeyler mırıldanıp yoluna devam ediyor, duymuyorum bile. Yürüyoruz. Bir simitçi ne dediği belirsiz bir aksanla bağırıyor. Adamı görmesen, simit sattığını dünyada anlayamazsın! Binalardan birinin önünde duran sanırım oranın kapıcısı, "Ne ba’rıyon lan avaz avaz?" diye çıkışıyor. Sonradan bakıyorum, aralarında gülüşüyorlar ve biz de koşarak uzaklaşıp gülmeye başlıyoruz.
Nefis bir İran filmi izliyorum. Filmin yönetmeni de burada. Film öncesinde sahneye çıkıyor. Hemen onu sette hayal ediyorum ve ona çok imreniyorum. Kimbilir ne kadar severek yapıyordur işini. Film esnasında filmi terk edenler var. Merak ediyorum. Nesini beğenmediler bu filmin? Çıkıyorum, arkadaşlarımı görüyorum. Kız kendine kolye alıyor. Renkli taşlı nefis şeyler. Hemen baştan çıkıyorum, olmayan paramla uzun yeşil sallantılı bir kolye alıyorum. Bir süre onlarla yürüyüp havadan sudan konuşuyoruz. Ayrılıyorum, eve doğru yürüyorum. Bir çay yapayım kendime! Filme daha bir saat var. Ara sokağa sapıyorum. Etraftaki herşey bir hikaye konusu. Bir tinerci bolca çıplak karı kız resmi olan bir gazeteyi arabanın üzerine yaymış, bir yandan tiner kokluyor, bir yandan da resimlere bakıyor. Yüzünde çok da anlaşılamayan bir ifade var. Merak ediyorum. Bu çocuk kimle yatar, hayalleri neler? Yürümeye devam ediyorum. Perişan kılıklı bir adam köşede yere çömelmiş, önünde sarı bir kedi. Sanki onun kedisi. Bir de bakıyorum ki kedinin kuyruğu kopmuş, ucunda kan var! İçim acıyor. Kedi kusar gibi bir hareketler yapıyor. Adama olan sempatim kızgınlığa dönüşüyor biranda. Acaba bu herif mi kediye bir şey yaptı? Ama o zaman kedi niye hala orda? Belki de kediye uyuşturucu vermiştir. Yok daha neler? Bir filme daha giriyorum, sonra bir diğerine daha. Saat gece yarısını geçmiş. Yanımda çocuklar var. Biri, en ufak olanı, bira içmeyi teklif ediyor. Yok diyorum, ben yaşlandım artık, siz takılın gençler aranızda! Bu kadar film üstü gece hayatı beni yorar, hem sabah 11’de yine filmim var. Ama tam o sırada cebime gelen bir mesajla yolumu değiştirip Nevizade’ye gitmeye karar veriyorum. Boynumuz kıldan ince istemeye istemeye karışıyoruz arka sokaklardan Beyoğlu kalabalığına. Ortam süper, havalar düzeldi, masalar dışarda. Televizyon seyreder gibi gelene geçene bakıyoruz. Herkes tanıdık nerdeyse. Gelene geçene el sallamaktan bitap düşüyoruz, gülüyoruz, içiyoruz ...içiyoruz ... içiyoruz. Hadi diyoruz, saat 1 oldu kalkalım artık, iyi ki de yarım saatliğine geldik. Kıza yolda eşlik etmek için onunla yürüyorum. Aklımın birazı masada, birazı evde. Biran birine bakakalıyorum, istemeden...Çok yakışıklı...çok ama çok yakışıklı. Bakıyorum, bakıyor, bakıyorum bakıyor, yürüyorum hala bakıyor. En fazla 10 adım daha atıp, arkadaşımı ekiyorum. Yapamiycam, eve dönemem, hiç sırası değil!!! Dönüyorum koşar adımlarla geriye. Ama yok...gitmiş...yok...yok...yok...Bizimkilerin yanına gidip hemen anlatıyorum. Hayatımın erkeğini gördüm ve aynı anda kaybettim. Biri "belki tekrar karşılaşırsın" diyor. Ekliyor, "belki de yabancıdır, etraf ispanyol kaynıyor". Barlar dar geliyor. Bar fly misali takılmak istiyor canım. Çocuklardan birini kandırıyorum ve yakınlardaki bir gay bar’a koşturmaya başlıyoruz. İçeri almak istemiyorlar tabii beni. Bir yalvarmadığım kalıyor, dalıyoruz elbette. İlk defa gidiyorum oraya. Erkek olan arkadaşımı benimle konuşmaması için ikna etmeye çalışıyorum. Sen takıl şöyle, ben etrafı gözlemleyeceğim. Zor ikna ediyorum, korkuyor çünkü orada yalnız kalmaktan. Benim de kendimi en rahat hissettiğim, en özgür eğlenebildiğim yerlerden biridir gay barlar. Gayler de dünya tatlısı ve doğal olarak yumuşaktırlar, aralarına karışabilirsen eğer eğlencenin dibine vurdururlar. Biraz dans ediyoruz, bizimki sigara bulmaya gidiyor. Alı al moru mor geri geliyor. Ne olur konuş benimle!!! Işıklar yanıyor ve oradan ayrılmak zorunda kalıyoruz. Eve dönüş yolunda kimle karşılaşıyorum biliyor musunuz? Aradan saatler geçmiş...Benim yakışıklı sanki tepeden önüme inmiş gibi karşıma çıkıyor. Gülüyoruz ikimiz de rastlantının böylesine! Ayaklarım beni onun yanına sürüklüyor. Göz göze bakışıyoruz bir dakika kadar. Çocuğun İspanyol olduğuna eminiz ya, bakalım ne diyecek? En iyisi beklemek! Sonra çocuk "merhaba" diyor. Arkadaşı "Nevizade’de karşılaştık değil mi?" diye soruyor ama onu görmüyorum bile. Işıklar sönüyor, spotlar ikimizin üzerinde parlıyor o an. Yanımdaki erkek arkadaşımı da tanıştırıyorum ona –sadece arkadaşız imajı-. Herkes şaşkın, ben mutluyum! İyi geceler diyip ayrılıyoruz. Aklıma bir Çin atasözü geliyor. Eğer bir şey başına bir kere geliyorsa, ikincisi gelebilir, eğer ikincisi de geliyorsa, üçüncüsü kesin gelecektir. Hadi bakalım bekliyoruz, nerde ne zaman karşıma çıkacak bir daha? Bir de adını hatırlayabilsem!!! Hatırladığım tek şey sabah uyandığımda saatin 12 ve film başlayalı bir saat olduğu....
Şu kısacık hafta sonuna daha neler sığdı ama hepsini anlatmaya kalksam yine kızacaklar "kısa keeeeeeeessssss" Hadi kesiyorum. Ha bir de paragraf arası vermiyormuşum! Valla deniyorum ama olmuyor, bir solukta yazıyorum çünkü.

PS: Sinema yazarı arkadaşım –ki yazılarımın yakın takipçisi olur kendisini- beni uyarıyor. "Kızım yazıklar olsun hafızana, hatırlamıyor musun 1900 filmine saat 7’de girip, yarımda çıkmıştık. Ayrıca Lost in Translation daha vizyona girmedi."
Açıklamalar: 1900 için 3,5 saat yazmıştım geçen yazımda. Lost in Translation için de Alkazar’a gittiğimi yazmıştım. Olsun yine de izledim filmi. Hem de senden önce!
Bunaklıklarım sebebiyle özür diliyorum.

delifisek@cosmoturk.com
Favorilerinize ekleyinAnasayfaya dönPaylaşın
GÜNLÜK FALINIZ
HAVA DURUMU

REKLAM
reklam@cosmoturk.com

İLETİŞİM
cosmoeditor@cosmoturk.com

TEL: (0212) 280 07 00
FAX: (0212) 244 13 32

-->
>