Karşısındaki kişinin kim olduğunu, nasıl biri olduğunu bilmeden beklemek ve sadece hayalini kurup yaşamak onun için zordu… Hele ki sonucunu bilmediği bir bekleyiş en zoruydu.
Saatlerdir bilgisayar başında oturuyordu. Onun, sıkıldığı için bilgisayar başında oturduğunu düşünen arkadaşları sinemaya, yemeğe davet ediyordu. Fakat o yemek davetini bile kabul etmedi. Bilgisayar başında saatlerce oturmaya devam edip ondan gelecek tek bir güzel sözü, şiiri, maili bekledi… Uzun süren bekleyişinin ardında ise mail gelmemişti.
Kendisine kızmaya başladı. Belki de onun ona önem verdiği gibi, Sedat ona önem vermiyordu. Peki, önceleri sürekli mail atarken şimdi ne olmuştu da hiç mail atmamıştı? Kendisine sürekli soru sormaya devam etti. Ama hiç birisinin yanıtını alamadı. Gün bitmiş, Tuğçe ise yatakta hala kendisine sorular sormaya devam edip, hiç yüzünü görmediği sadece konuşmalarından etkilendiği Sedat’ın hayalini kuruyordu. Sedat’ın hayalini kurarken uyuya kalmıştı. Ertesi gün oldu.. Tuğçe gözünü açar açmaz hemen bilgisayarını açtı ve belki gece maili göndermiştir diye e-postasına yöneldi. Fakat Sedat’a ait tek bir e-posta bile yoktu. Güne hayal kırıklığıyla başlamıştı.
İkinci gün de Sedat’tan mail gelmemişti. Şiirleri geç, her gün gönderdiği onlarca maile karşılık bir cevap bile alamamıştı. Birbirini kovalayan dört gün boyunca Tuğçe hep onu merak ettiğini anlatan mailler atmıştı, fakat hiçbir şekilde Sedat’tan onlara cevap gelmemişti.
Yine kendisine söylenmeye başlamıştı. ‘Tabii, ne bekliyordun ki! Hiç görmediği, sadece yazılarla, şiirlerle tanıdığı birisiyim. Hep böyle birbirimize uzakta öyle bilinmez kalacaktık. Ne bekliyordun ki?’ diye kendisine kızıp, çocukluğuyla alay etmeye başlamıştı.
Hayalinde bu yazıları yazan kişiyi bir türlü canlandıramıyordu. Ne zaman gözlerini kapatsa sadece bir çift el ve klavyenin tuşlarına dokunan güzel parmaklar görüyordu. Elin kime ait olduğunu görmeye çalışsada hayali bir anda dağılan sis gibi yok oluyordu…
Ertesi gün işe gider gitmez soluğu yine bilgisayar başında aldı. Ve işlerinden önce maillerine baktı. Bir süre bekledi, bekledi… Birkaç arkadaşından gelen mailleri yanıtlamaya başaladı ve işlerine daldı. İşlerinin yoğunluğuyla Sedat’tan beklediği maili unuttu. O işlerine tam dalmışken yeni bir e-posta geldi. Adres yabancıydı ve kimden, nereden geldiğini öğrenmek için hemen açtı, okumaya başladı…
Mailde ‘Merhaba ben Sedat’ın çok yakın arkadaşıyım. Kendisini trafik kazasında kaybettik, telefon defterinin arasında sizin mail adresinizi bulduk ve haber vermeyi uygun gördük. Başımız sağolsun.’ yazıyordu ve devam ediyordu. Ama mailin devamı artık Tuğçe’yi ilgilendirmiyordu. Okuyacağını okumuştu zaten. Kaçıncı ölüm haberiydi bu, kaçıncı değer verdigi insandı yitip giden? Bazen bütün uğursuzluğun kendinde olduğunu düşünüyordu. Sonra saçma geliyordu düşündükleri, ama ne farkederdi ki işte çok sevdiği, her gün yazdıklarıyla onun gününe renk katan o kişi artık yoktu.
Kötü bir şaka olamaz mıydı? Ne yapacaktı şimdi? Beklediği mail gelmiş miydi? Bir daha o güzel mesajları hiç göremeyecekmiydi?
Tuğçe şaşkınlıkla maili okumaya devam etti..
‘Cebinden, size henüz yollamadığı bir şiir bulduk. Aşağıda onun sizin için yazdığı son şiiri bulacaksınız.’ yazıyordu. Tuğçe merakla şiiri okumaya yöneldi.
Biz olmaya var mısın?
Sen bana, ben sana iki satır söz iki mısralık şiirdik,
Belki de soru işareti, belki de bir gülücüktük…
Daha fazlasını istemek bencillik mi bilemiyorum?
Uzak yerlerde, aynı şehirlerde…
Desem ki sana, ‘biz demeye var mısın?’
Ne ‘sen’ olsun şu hayatta, ne de ‘ben’
Sadece ‘biz’ olalım…
‘Biz’ olmaya var mısın?
Şaşırmıştı.. Herkesin içinde ağlamamaya gayret ediyordu. Oysa Sedat her zaman ‘Nasıl hissediyorsan öyle ol başkalarını boşver." derdi. İşte her zamanki gibi yine onun sözünü dinlemişti. ‘Kahretsin, seni şimdiden özledim.’ diyerek hıçkırıklara gömüldü. Ve sonra eli yanıta gitti. Sedat’a geç kalmış bir cevap iletti.
Sadece tek bir sözcük yazdı: Varım!..
BETÜL MARANGOZ
YAZARA E-POSTA GÖNDER