Her gün gazetede, televizyonda, kadın programlarında, akşam haberlerinde, üçüncü sayfalarda, maalesef hayatımızda hep aynı konu yer alıyor: ”Şiddet”. Dünya kurulduğundan beri güçlünün güçsüzü ezme çabası hep var olmuştur.
Erkeğin kadına, anne-babanın çocuğuna, öğretmenin öğrencisine, insanların hayvanlara yüzyıllardır bitmek tükenmek bilmeyen vahşeti bir gün sona erer mi bilemem, ama benim sizinle paylaşmak istediğim madalyonun öteki yüzü. Kadınlara uygulanan şiddetin bir başka türü de vurmadan, dövmeden, el kaldırmadan, bastırmak, sömürmek, kişiliğini yok etmek, hiçe saymak, pasifize etmek yani “Psikolojik şiddet” uygulamak.
Bakın çevrenizdeki evliliklere, bizden önceki kuşaklarda çok daha sık olsa da maalesef günümüzde de hükmünü sürdüren o baskıcı ilişkilere bir bakın. Çok mutlu başlayan, severek evlenilen ilişkiler yıllar içinde nasıl erkeğin hüküm sürdüğü bir krallık haline geliyor bir düşünün.
Eşit şartlarla başlayan bir evliliği yatıralım masaya. Kadın da erkek de çalışıyor, kendi parasını kazanıyordur. Kadın iş hayatına alışkın ya oturup kalkmasıyla, giyim kuşamıyla, makyajıyla, çevresiyle, arkadaşlarıyla, kendine ait bir de dünya kurmuştur. Önceleri ses etmez erkek bu dünyaya. Ancak iş ciddileştikçe, evlilik yaklaştıkça erkeğin “Benim karımın yapabilecekleri ve yapamayacakları“ listesi çıkar cebinden. İlk evvela sıkça söz edilen iş arkadaşlarından “erkek “ isimleri elenir yavaş yavaş. Büyük bir titizlikle tatlı tatlı sitemlerle başlar müdahaleler. Öyle hemen korkutup kaçırmadan, güzel sözler eşliğinde sıralanır istekler. ”Beni sahipleniyor demek ki beni çok seviyor “ gibi enterasan bir düşünceyle, hemen kabullenir kadın bu değişimi ve çıkarıverir hayatından tüm erkekleri.
Özenip kendi maaşıyla aldığı kıyafetler, etek ceketler, son moda elbiselerdedir sıra. Erkek onları da elden geçirecek, sadece etek boylarını kendinin uygun gördüğü kıyafetleri giymesi için müstakbel eşine uyarılarda bulunacaktır. Yine “Aaa bu adam beni çok kıskanıyor, demek ki bana çok aşık!” gibi daha da ilginç bir cümle kuran kadın, senelerdir kullandığı gardırobunda bir çırpıda değişiklikler yapacak, erkeğinin koyduğu sınırlara uymayan kıyafetlerini gözden çıkaracaktır. Tabii bu arada kıskançlık üzerine saatlerce süren tartışmalar, telefonlarda da devam edecek, etraftakilerin “Bak bu adam sana şimdiden çok karışıyor, dikkat et !...“ uyarılarına inat, tartışmaları hep erkek kazanacaktır, kazanmasına göz yumulacaktır. Bu arada arkadaşlar, akrabalar, kuzenler, hatta yakın aile bireyleri de erkeğin onayından geçecek, geçmeyenlerle görüşme yasağı bile getirilecektir kadına. Kadın, aşık ya arkadaşlarıyla da arasına mesafe koyacak, hiç düşünmeden akrabalarına da sırtını dönecektir.
Artık evlenilmiş, cicim ayları da çabucak bitivermiştir. Kadının her sabah süslenip püslenip evden çıkması, kimi akşamlar iş toplantıları, fazla mesai sebepleriyle eşinden geç gelmesi, hele de yorgunum deyip ev işlerini aksatması erkeğin hiç işine gelmeyecektir. Kadının çalışmaması, işten çıkması için baskılar başlayacak, üstelik bu baskılar, evlenmeden önceki gibi yumuşak tonda olmayacaktır. Tartışmaların uslubu değişip hakaretler de başlayacaktır zamanla. Önce maddi özgürlüğünü elinden alacak ki şu eşitlik bir bozulsun, istediği çizgiye rahatça getirebilsin. Başından beri hiçbir kısıtlamaya ses çıkarmayan kadın, buna itiraz edecek ancak her tartışmayı kazanmaya alışmış erkek yine galip gelecek ve eşini ikna edecektir.
Evde oturan kadın, erkek ve ailesi tarafından çocuk doğurmaya yönlendirilecek, “Belki çocuk, ilişkimizi düzeltir, her şey eskisi gibi olur “ düşüncesiyle kadın bunu da kabul edecektir. Hamilelik döneminde en çok ihtiyaç duyduğu sırada eşinin ilgisizliği karşısında bir daha kırılacaktır kadın. Doğum, lohusalık derken dört duvar arasındaki yaşantısına uyum sağlamaya çalışacak, bu arada her gün eşinden “harçlık” istemeye de alışacaktır. Eşi alırsa giyecek, eşi alırsa yiyecek, eşi götürürse gezecektir artık. Ne yaparsa yapsın erkek hep eleştirecek, kadının yaptığı hiçbir şeyi takdir etmeyecektir. Yemekler beğenilmeyecek, aldığı kilolarla dalga geçilecek, bütün gün bebeğiyle evde yorulan kadın, her fırsatta ezilecektir.
İş arkadaşları çoktan hayatından çıkmış, arkadaşları hatta akrabalarıyla çoktan uzaklaşmış olan kadın yalnız kalmıştır. Aşık olduğu erkek artık bambaşka birisidir ve onu hiç beğenmeyen, her fırsatta hakaret eden, çocuğuyla ve kendisiyle ilgisiz, kaba saba birine dönüşmüştür. Bu arada erkek, dışarıda kendine ayrıca bir dünya kurmuştur ki bu dünyada içki, gece gezmeleri, hatta başka kadınlar bile mevcuttur. Yıllar geçtikçe kadın ikinci hatta belki üçüncü çocuğunu da dünyaya getirmiş, mutluluğu onlarda aramaya başlamıştır. Özgüvenini yitirmiş, eşine sormadan, komşuya bile gitmesi yasaklanmış olan kadın, sokağa çıkmaktan ürker olmuştur. Çocuklar hastalansa, eşinin gelip doktora götürmesini bekleyecek kadar aciz kaldığı günler, isyanlar da başlamıştır.
Artık sadece kavga ederken konuşan çiftimize bir bakalım. Kadın, tamamen pasifize olmuş, hiçbir maddi gücü yok, zamanında bir erkek uğruna kırıp geçtiği ailesi ve arkadaşları yok, sokağa bıraksan, evi bulamayacak kadar özgüvenini yitirmiş ve yanında en az iki çocuk. Çok mutsuz, çok kırılmış, çok yalnız, çok yorgun… Erkek, güçlü, sözü geçen taraf, iktidarı eline almış, kadınını istediği çizgiye getirmiş, eşiyle ve çocuklarıyla alakasız. Çok değişmiş…
Peki gerçekten değişen erkek mi? Ya da şöyle sorayım, erkek gerçekten değişmiş mi? Baştan beri bu adam, nasıl biri olduğunun sinyallerini vermiyor muydu ? Kadının işine, arkadaşlarına, eteğine, gülmesine, akrabalarına karıştığı hatta müdahale ettiği hatta yasaklar koyduğu zaman, kendini belli etmemiş miydi?
Peki kadın ne yaptı? “Aşık oldum” dedi, ”Beni sahipleniyor, beni kıskanıyor, benim iyiliğimi düşünüyor “ dedi. Her şeye razı oldu, ne dediyse kabul etti, kariyerinden, hatta kişiliğinden vazgeçti, hayatını onun ellerine teslim etti. ”Ben buyum, böyleyim, nerede nasıl giyineceğimi, nasıl davranacağımı, kimlerle görüşeceğimi biliyorum!” demedi. ”Onca yıl okudum, tabii ki çalışacağım, kendi paramı kazanacağım, ben de hazır olduğum zaman anne olacağım! “ demedi. “Kim olursan ol, bana hakaret edemezsin ! “ demedi…
Evlenmeye karar verdiyseniz iyice bir düşünün, ailenizin, arkadaşlarınızın fikrini alın. Unutmayın onlar, dışardan büyük resme bakabiliyor. Aileniz sizin iyiliğinizi, mutluluğunuzu ister, hiç kimse için onlara sırtınızı dönmeyin. İlişkinizde, sınırlarınızı kendiniz koyun, birbirinizin hayatına ne kadar karışabileceğinizi, nereye kadar hakkınız olduğunu düşünün. Umarım doğru kararlar verir, doğru adımlar atarsınız. Umarım yanlış adım atsanız bile düştüğünüzde sizi tutacak, size destek olacak, yaralarınızı saracak birilerini her zaman bulursunuz.
Sevgiyle kalın…
Beyza Başar Özbay
beyzabasar80@yahoo.com
BEYZA BAŞAR