KÖŞE YAZILARI | BURÇİN ÇOBANOĞLU

Çikolata Kokulu Bir Ülkeye Yolculuk

"Alp Dağları, kar, soğuk, doğa, fotoğraf, leman gölü, fıskiye, çiçekli saat, rue de mache, omega, rolex, bonjour, merci..." Burçin Çobanoğlu'nun yeni yazısı...
 
   
 
 
     


ÇİKOLATA KOKULU BİR ÜLKEYE YOLCULUK

Alp Dağları, kar, soğuk, doğa, fotoğraf, leman gölü, fıskiye, çiçekli saat, rue de mache, omega, rolex, bonjour, merci, tek ülke üç dil, bıçak, çakı, cafe de paris, private bank, lüks, para, refah, medeniyet...

İşte bir kaç kelimeyle İsviçre.

Gerisi mi?

Bunun için ya bu yazıyı okumanız ya da bir hafta vize, pasaport, uçak bileti, yer rezervasyonu, valiz hazırlama, hava alanı ulaşımı gibi can sıkıcı prosedürlere katlanmanız bir de üzerine bir kaç kilo ağırlığında fotoğraf makinesini taşıyıp aynı zamanda yazınız için harika bir başlık düşünmeniz gerekebilir.

***

Tüm hazırlıkların tam olmasına rağmen geceden sıkıntıya girmiş bir ruh hali, uçağı sabah 10.00 da olan ama trafik nedeniyle yetişememe telaşına kapılmış ve 6.00 da kalkmış uykulu bir beden, ağır bir valiz, pasaportuna artistlik olsun diye bir hışımla damgayı vurmuş bir memurla göz göze gelen bezgin bakışlar, güvenlik nedeniyle çizmesine kadar soyunup çizgili çoraplarını göstermek zorunda kalan sinirli bir yüz ifadesi..

Ve her şeye rağmen uçak havalandığında şarabını yudumlarken tüm sorunları geride bıraktığına inanan ruhunu dinlenceye almış bir insan..

İşte karların omuzlarında dans ettiği Alpler'i izliyorum. Puslu bir cuma sabahını bilmediğim bir ülkede bilmediğim bir iklimi koklarken buluyorum kendimi.

Bir kaç saat sonra başıma geleceklerden habersizim. Kendi dilimi kullanmadan hiç bilmediğim bir sporu yapacağım.

Denizin bikinimde bıraktığı tuzu bilirim ben. Akdeniz sıcaklığıyla yaşadım her Duygumu.

Biraz şarabın biraz da manzaranın etkisinde kalan bedenim donuk. Kafamda kontrol edemediğim bir ben daha yok artık. Düşünmemek denen şeyi yaşıyorum.

Hırslarım geride. Valizime sığmadığı için değil almak istemediğim için gelmemiş gibi benimle.Ne bir korna sesi var ne de martıların kendi arasındaki ağız dalaşı.

Bir kaç gün sonra bir pazar günü. Trafikten uzak yürüyorum.Asla öğrenemeyeceğimi bildiğim bir dilde gülümsüyor insanlar. Yanık tenleri yok. Buz Gibiler ama ruhlarına yansımış güneşin bronzluğu sanki.

Saatime bakıyorum ara sıra. Zaman durmuş. Onca yer görmüşüm, ayaklarım ağrımış oysa..

Tarih yatan ülkemi düşünmüşüm; tarihsiz bir şehrin her karesine saygı duyulduğunu görerek hayrete düşmüşüm.

Köşe başı çerezci dükkanı ararken bir yıllık maaşımın bile satın alamayacağı saat dükkanlarına rastlamışım.

İnsanları, olmayan trafikten caydırmak için bedava bisikletler var etrafta. kimliğimle alıp akşam bırakıyorum.

Akşam oluyor yollar sessizleşiyor. Leman gölünden şehre doğru bir hüzün çöküyor. Sokaklar saat yediden sonra bomboş.

Gizli kapaklı değil ama kendi içine dönüyor hayatlar.

Sakin insanların sakin geceleri çöküyor.

Lüks olmayan bir restoranda lüks bir yemek yiyorum komşu Fransızların eşsiz kırmızı şarabıyla.

Alışık olmayan bedenim yenik düşüyor erkenden uyuyorum.

Sabahın ilk ışıkları kaldırıyor beni. Reçelsiz domatessiz bir kahvaltı yapıyorum.

Buralarda kıtalar arası parçalanmış bir şehir yok ama tren istasyonunda görüyorum; iki adım sonra başka bir ülkeye gidebiliyorum.

İtiş kakış binmiyorum taşıtlara. Sakinim numarası yapıyorum.

Cep telefonunun icadından habersiz olduğuna inandığım taksi şoförleri var. Çok zengin oldukları için sanırım lüks arabaları ekmek teknesi olmuş.

Her gün girip çıkıyormuşum gibi karşılıyor mağaza sahipleri beni. Bir şey almasam da uğramam yetiyor. Kapıya kadar eşlik ediyorlar bana.

Dilenmeyecek kadar gururlu mu yoksa tok mu bu insanlar diye düşünüyorum.

Duran arabaları silen, mendil satan çocukların yerini kim almış bu ülkede?

Elimde fotoğraf makinem, donmuş bir burunla karış karış geziyorum sokakları.

Bir gün ve sonra bir gün daha yaşıyorum. Bir daha gelemem diye her kareyi çekiyorum hafızama.

Çok sevdiğimden değil aslında. Kaybolma duygusu hoşuma gidiyor.

Bilmediğim bir hayatın hazımsızlığı çöküyor bir süre sonra.

Damarlarım çekiliyor.

Ne o sevdiğim çikolata kokusu ne de sakinliği hoşuma gidiyor.

En güzel yerin bile geri dönüşü seviliyor.

Valizimi topluyorum.

Benden sonra kimi ağırlayacağını bilmediğim otel odasıyla vedalaşıyorum.

Yaşanmışlığımı bırakmak istercesine hiç bir çöpü toplamıyorum.

Uçağa tekrar bindiğimde bana ayrılan koltuğun altında buluyorum dondurduğum hayatımı.

Can yeleği diyor kabin amiri. Bu sefer geride bırakmamak için üstüme giyiyorum..

Burçin Çobanoğlu
info@burcincobanoglu.com
www.burcincobanoglu.com

BURÇİN ÇOBANOĞLU
YAZARA E-POSTA GÖNDER

 

Diğer yazıları liste halinde görmek için tıklayın >

Favorilerinize ekleyinAnasayfaya dönPaylaşın
GÜNLÜK FALINIZ
HAVA DURUMU

REKLAM
reklam@cosmoturk.com

İLETİŞİM
cosmoeditor@cosmoturk.com

TEL: (0212) 280 07 00
FAX: (0212) 244 13 32

-->
>