KÖŞE YAZILARI | DEMET ÖZGE AYKAN

Ev

Bu evin en çok merdivenlerini sevmiştim ben. (Demet Özge Aykan)
 
   
 
 
     

Bu evin en çok merdivenlerini sevmiştim ben. Korkulukların üzerine eklenmiş ahşap tutunma yerlerinin kıvrımlarına apartmanın yaşı saklanmış gibi gelirdi. Kadın duygusallığı işte. Her şeye bir anlam yüklemeye bayılırız. Bunun hakkını vererek, merdivenleri, parmak uçlarımla özellikle o kıvrımlara dokunarak çıkıyorum şimdi.

Aynısından bir tane de onda olan anahtar ile kapıyı açacağım. Kapıyı ilk denemede açamayacağımı bileceğim. Sanki yıllardır sabit duramamanın getirdiği bir bıkkınlık duyuyormuşçasına oluşan gıcırtıyı duyacağım.

Anılar insanı bir an bile olsa durdurur. Ben durmayacağım.

İçeri adımımı atarken sanki biri itiyor beni. Bu, içimdeki, eve olan özlem mi, yoksa o an fark ettiğim, kendime karşı sitemim mi, bilmiyorum. Niye geldim buraya ben.

***

Daha girer girmez etrafımı kaplayan tanıdık leylak kokusunu hemen alıyorum. Ortalık dağınık sayılır. Bugün evde yalnız olduğunu biliyorum: Önce biraz dolaşmaya çıkacak. Arkadaşlar gelmeyecek. O hep birlikte hazırlanan lezzetli yemekler, Leyla'nın gezilerde öğrendiği İtalyan usulü soslu makarnalar örneğin, olmayacak. Neredeyse her gün görüşülmesine rağmen sanki ilk kez sohbet ediyormuşçasına hemen geçmeyecek zaman. Mithat banka soymuş edasıyla, telaşlı telaşlı, elleri poşetlerle dolu bir şekilde girdiği kapıdan, 'Of ne sıkıcısınız' deyip müzik-çaları açmaya gitmeyecek. Aygül, sevgilisini yeni tanıştığı bir yazar için terk ettiğini defalarca ve defalarca ve defalarca anlatmayacak. O, dar ve uzun dikdörtgen masanın diğer ucuna, tam karsıma oturup, herkes oradayken, aslında bir ben varmışım gibi, orada olmamın onun için ne kadar anlamlı olduğunu anlatan gülümsemeyle bakmayacak.

Evin her bir köşesi, anıları önüme bir bir getiriyorlar, hepsi aralarında anlaşmış gibi. Buraya gelmeseydim de aklımda olmayacaklar mıydı sanki. Her an benimle değiller mi zaten. Özlemi kim def edebilmiş ki ben edeyim. Bir de şu gereksiz kadın duygusallığı olmasa. İşimi zorlaştırıyor.

**

Beni ele geçirmeye çalışan anıları var gücümle ittirmeye çalışıyorum. Salonun tam ortasında ayakta durmuş, kendimi her an yıkılacakmış gibi hissediyorum ve bu direnişi kuvvetlendirmek için gözlerimi bile kapatıyorum. Kendimi güçsüz hissettiğim zamanlar birinin beni bir yerlerden, ufacık deliklerden, kenar köşelerden, uzaktaki dürbünlerden, çatıların tepesinden izlediğini düşünürüm. Kendine dışarıdan bakmak bir nevi, kendimi uzaktan, bulunduğum yerde görürüm. Şimdi yine, etrafımın duvarlarla çevrili olmasına ve içeride benden başka kimsenin olmamasına rağmen kenar köşelere saklanmış gözler ile kendime bakıyorum. Bu halime gülmek istiyorum, gülemiyorum. Ağlamak istiyorum, ağlayamıyorum. Kalamıyorum, gidemiyorum.

**

Beni buraya içimden çıkmasına engel olamadığım ani kararla neyin getirdiğini bilmiyorum. Aklımda başka bir pencere var ve oradan geçmiş güzel günleri seyretmeyi tercih ediyorum. Kendi ellerimle gülkurusuna boyadığım ahşap komedinin üzerinde hala aynı diziliş şekli ile duran kitaplarımı görüyorum. Onların her satırında varım. Kahve fincanının çatlamış kulbunda, mutfağa renkli boyalarla çizdiğim uçan trende, leylak kokulu oda parfümünde, her yerde, her şeyde ben varım. İnsan ne kadar bağlanmak istemese de, bir şekilde gerçekleşiyor bu durum. Birer birer üzerine konuyor eşyaların, olayların, olguların. Çünkü doğası bu. Göbek bağını kesmek çözüm olmuyor çoğu zaman. Saklayamıyor. Aynı onun bana göstermek istemediği ama onu esas var eden şey gibi. Duygusallığı gibi.

**

Sol tarafımda bir ses duyuyorum. Anahtarı kilide sokacak zaman değil, bu olmamalı, hele de ben salonun ortasında kalakalmış, anılar tarafından etrafıma duvar örülmüş kaçamıyorken, yanlış mı duyuyorum, hayır geldi işte, ama neden bu saatte, nereye gitsem, küçüklüğümden beri filmlerde gördüğüm İngiliz evlerini hep sevmiştim, hepsinin arka çıkış kapısı olur, biri içeri girerken sen de arkadan tüyersin, sit-komlarda sırf tüyme sahnesi için yapıldığına inandığım kapılar, ama şuan maalesef Cihangir’deki beş katlı eski Rum apartmanlarından birinin dördüncü katındayım.

**

Kapı açılıyor. Karşımda. Karşılaşmak istemediğim, bu yüzden de onsuzluğunu, evde olmayacağı bir saatte ziyaret etmeye geldiğim insan.

Kasetin teybe takılan bantları gibi hızlanıp bozulan bir görüntü ile kendime geldiğim gibi yüzüne bakmamaya gayret edeceğimi ümit edip hızlıca kapıya yöneliyorum. Ne kolumdan tutuyor, ne bir kelime çıkıyor ağzından. Çaresiz. Bu durum beni durduruyor: Gözlerimin içine “Lütfen beni kurtar” der gibi bakıyor. Tek derdim sadece kendimi kurtarabilmek. Bilmiyor.

Kapının kulbunu tuttuğum gibi çıkarken kendimle birlikte çekiyorum dışarıya.

Aslında onu değil, kendimi terk edeceğim.

Çıkacağım.

Hiç gidemeyeceğim.

Çünkü bu evin en çok merdivenlerini sevmiştim ben.

--

Çalıyor; http://www.youtube.com/watch?v=jPP9xbW87_w

--

Twitter; http://twitter.com/demetozge


DEMET ÖZGE AYKAN
YAZARA E-POSTA GÖNDER

 

Diğer yazıları liste halinde görmek için tıklayın >

Favorilerinize ekleyinAnasayfaya dönPaylaşın
GÜNLÜK FALINIZ
HAVA DURUMU

REKLAM
reklam@cosmoturk.com

İLETİŞİM
cosmoeditor@cosmoturk.com

TEL: (0212) 280 07 00
FAX: (0212) 244 13 32

-->
>