KÖŞE YAZILARI | GÖKÇE KURTOĞLU

Geniş Zamanlara Dar Başlıklar

İstanbul ağlamaya hazırsa; artık o da hazır... (Gökçe Kurtoğlu Röportajı)
 
   
 
 
     

Aslında bu röportaja nasıl bir giriş yazılır bilmiyorum; çünkü korkuyorum. Benden daha iyi yazan bir adamın röportajını deşifre ettiğim için, korkuyorum… Acaba “başka bir şey ima etti mi?” diye her cümleyi 2 defa dinlediğim/okuduğum için korkuyorum… O, her ne kadar artık sadeleşmek istese de cümlelerim çok “sığ” gelir diye; korkuyorum… Ama en çok, benim bu kadar korkmama ne kadar kızacağını bildiğim için korkuyorum! : )

Kendi deyimiyle “bireysel bir saçmalamaydı” dediği ilk albümünden, “tam bir İstanbul albümü!” dediği son albümüne, “daha önemli bir meselemiz yok” dediği aşktan, hiç planlamadığı (!!!) geleceğine kadar her şeyi konuştuk. Yani aslında, bir sordum; bin anlattı. Bana kalırsa benle konuşmadı da, kendiyle hesaplaştı. Röportajdan sonra çok çalacak telefonu; orası kesin! Ama şimdilik; Uçmaya bu kadar hazırken, yere de o kadar yakın bir “kahraman” ; Ulaş Oral

Not; içim parçalandı be!


“AŞKTAN DAHA ÖNEMLİ BİR MESELEMİZ YOK…”

-Hoş geldin Ulaş. “Post -modern Aşka Arabesk Altyazılar” hakkında konuşarak başlayalım, bu isim nereden aklına geldi? Senin içindeki çatışmalarının dışa vurumu olarak mı böyle bir isim düşündün?


2005’de yazdım ben bu şiir kitabını ve şimdi o akılda değilim açıkçası. Ama “hedefin neydi?” diye sorarsan; 11 Eylül sonrasının insanları post modernizme ve yalnızlaşmaya götürüyor olmasının, evlerimizden daha az çıkıp, arkadaşlarımızla daha az görüşüyor olmamızın bir yansımasıydı bu. Artık aşklar da gittikçe post modernleşiyor ve yakında tek kişilik olacaklar. Ayrıca biz bir çatışma toplumuyuz ve bunun alt yazıları arabesk olacaktır diye düşünmüştüm.

-“Aşklar da yalnızlaşacak” yani tek kişi mi yaşanacak, tabir-i caizse “hazır aşk”tan mı söz ediyorsun? Belli şeyler yaşanacak, tüketilecek ve ilişki bitecek?

Evet! Hep bir bitmek söz konusu. Zaman o kadar hızlı geçiyor ki sanıyorum 1970 ile 1980 arası zaman farkıyla, 2000 ile 2010 arasındaki zaman farkı aynı değil. Çok daha hızlı ilerliyor zaman, insanlar çok çabuk tüketiyorlar. “Aşk başlar biter, bugün birine aşık olurum. 6 ay birlikte yaşarız sonra da ben artık sana aşık değilim der ve bitiririm” düşüncesi var. Böyle bir aşk olamaz, kabullenemiyorum. Ben hala Ferhat ile Şirin’deyim!

-O kadar inanıyorsun yani!

Evet, günün birinde karşılaşacağım!

-Madem aşktan bahsediyoruz…

Ki daha önemli hiçbir meselemiz yok hayatta!

-Evet, tabi ki. Ama sen her şeyi aşk üzerine yazıp, aşk üzerine söylediğin için biz şuanda aşk üzerine konuşuyoruz. Peki sence “ideal aşık” nedir, kimdir, nasıldır? Sen gibi midir?

Hayır hayır, benimle tamamen zıt olması gerekiyor! Çok farklı olmalıyız. Aslında ben de kimi aradığımı bilmiyorum. Tek bildiğim aşk varsa; aşktır. Ben çok zor bir adam değilim!

“AŞK ÖLÜMSEKTİR, ÖLÜME YATKINDIR!”


-Biraz dominant bir karakter arıyorsun galiba…

Olabilir, dominant karakter derken maskülen bir kadından bahsetmiyoruz değil mi?

-Yok hayır, aşkı yaşayış manasında daha dominant bir karakter. Yani kendi şarkılarını kendin yapıyorsun, şarkılarına lafını sen geçirebiliyorsun. Birazcık işinde bile patronun kendin olduğu için başkası tarafından yönetilerek mi yaşamak istiyorsun acaba?

Bak bu soruyu sevdim! İşte biz ikimiz bir gün karşılaşalım, gözlerimiz kitlensin ve ikimiz bir şey inşa edelim! Ben hala buna inanıyorum. Gözü kapalı dalalım, aşk hoyrattır! Aşk ölümsektir! Ölüme yatkındır!

-Önce düz yazıya mı şarkılara mı başladın?


Önce şiir…

-Peki şarkı yapma düşüncen nasıl ortaya çıktı? Nasıl başladı?


Şiirden şarkıya gittim, ortaokul yıllarım falandı, hayatla iddialaşıyordum “daha güzelini yapabilirim” düşüncem vardı. “Güzel” takıntım var çünkü. Okuduklarımın, dinlediklerimin daha güzellerini yazabileceğimi düşündüm, denedim. Sonra kendime ait bir dil oluştu. Daha karmaşık yazıyordum, 30 yaşına yaklaştıkça yeni alışkanlığım daha yalın yazmak oldu. Giderek yumuşatıyorum. Yeni bir adam oluşmaya başladı.

-30’una yaklaşmak değiştiriyor erkekleri!

Kesinlikle. Ama benimki çok dramatik oldu. 1 senede çok şey değişti hayatımda. İlk albüm çıktıktan şuana kadar ki dönemde benim kendimi toplama sürecim geçtiğimiz mayıs ile şuan arası. İşimi toparlamam, kendimi toparlamam çok yeni…

-Senin yazdıklarını okuyunca bana çok çelme takmayı, okuyucuyu düşürmeyi seviyormuşsun gibi geliyor! Çünkü okuduğumda benim gardım düşüyor! 3-4 kez daha okuyabilirim, her seferinde başka bir şey bulup…

Bunu bilinçli yapıyorum ama ilk okumada bıkıp bırakan çok Artık eskisi kadar değilim ama bir dönem kelime oyunlarına, parantez oyunlarına bayılıyordum. Hastalık haline gelmişti. Okuyucuyu zorlamaktı istediğim. Orası benim egom! Ama artık göstermeye çok gerek olduğunu düşünmüyorum.

-Aslında senin için kelimelerle para kazanıyorsun demeyi uygun buluyorum ben. Senin nakidin kelimeler!

Evet aynen öyle!

“KAHRAMAN ŞARKISI BİREYSEL BİR SAÇMALAMAYDI…”

-Veeee şimdi; “Röntgenler Panayırlar ve Cenaze Marşları” niye Ulaş?:) Niye böyle bir isim yine? Çatışmaları ortaya çıkarmak, zıtlıklardan beslenmek gibi bir derdin mi var? Daha doğrusu senin derdin nedir Ulaş Oral?


RPCM için hiçbir derdim yok. Niye yaptığımı bile bilmiyorum! Kendimi tatmin etmek için şarkılar yaparken, birden müzisyen olarak buldum kendimi. Bir stüdyom vardı Tünel’de işim iyiydi, yurtdışında doktoraya gidecektim; ama işler beklediğim gibi gitmedi. RPCM’ da bir anda beni profesyonel hale getiren bir şeye dönüştü. O albüm neden yapıldı; bilmiyorum. Oradaki şarkılar o albüm için de yapılmadı aslında, çok eskileri var içinde. “Kahraman” şarkısı da öyle! İnsanlar duyunca çok şaşırdılar, içinde hiç aşk yoktu, kendime söyledim “Kahraman”ı. Bireysel bir saçmalamaydı.

-Kendi eskizindi yani RPCM?

Evet, ben yığınlarımı attım ortaya ve çaldık. Hiç kimse ilk albümünü ve ilk kitabını yapmasın, ikinciden başlasınlar. Bu cümlenin benzerini Ferhan Şensoy’dan duymuştum, “Kimse ilk filmini çekmesin” diyordu o da. Ama böyle yani, çok güveniyorsunuz kendinize. Ben bu albümü yapar, yurtdışına çeker giderim diye düşünüyordum; ama şartlar beni buraya getirdi.

-E, geleceğe dair plan yapmamayı öğrenmişsindir o zaman artık…


Yapıyorum ya, hem de çok! Deneyimler yetmiyor galiba, biraz daha kazık yemeliyim hayattan herhalde…

“İLK ALBÜMDEKİ ŞARKILARIM ‘BEN ÇOK ZEKİYİM’ DİYOR, BU DA DİNLEYİCİYE SAMİMİYETSİZ GELDİ!”

-Senin için sözlüklerden birinde “o kadar çok kelime oyunu yapıyor ki dinlerken sinirinizi bozuyor” demişler. Gerçekten bende de aynı duygu oluştu! Hatta seni dinlerken ‘acaba bir şey kaçırdım mı, bir şeyi anlamadım mı? Bunda da bir anlam var mıydı?” gibi düşüncelerle deliriyorum! Dinleyiciyle dalga geçmek mi bu, yoksa bir tarz mı? Yoksa fazla anlaşılmamak mı sana iyi gelen?

Evet, galiba bu dinleyiciye biraz samimiyetsiz geliyor…

-Samimiyetsiz değil bana korkunç geliyor!


Korkunç?

-Evet, senin yazdıklarını anlayamama korkusu ağır basıyor!

Bence bu dinleyicimi uzaklaştırıyor işte, 21. Yüzyılda tüketim toplumundayız. Bir şarkının iki dakikasından fazlasını insanlar dikkatle dinlemiyorlar bile! O yüzden dinleyiciye samimi gelmiyor bu. İlk albüm öyleydi ve o adam “ben çok zekiyim” diyor sürekli şarkılarda, bu da dinleyiciyi yoruyor. Artık değiştirdim o durumu.

“EDEBİYATLA KARŞINIZDAKİYLE SEVİŞEBİLİRSİNİZ!”


-Algılanmak derdin var yani?

Artık daha çok var. Daha sade olmak istiyorum. Fazla anlaşılmamak artık bana kötü geliyor, kendimi ifade edemediğimi ve yalnızlaşıp köşeye sıkıştığımı hissediyorum. Aslında bir röportajımda “müzik seks, edebiyat mastürbasyondur” demiştim ama o günden bugüne artık edebiyatla da karşınızdakiyle sevişebilirsiniz diye düşünüyorum.

-“Cinnet küçük bir kusurdan doğar, atıl bir saçmalıktan” diyorsun, peki senin cinnetlerin kimin alın teri?

Hayda… : )  Benim! Kusura bakmayın, kimseyle paylaşmam! Benim cinnetlerim!

-“Alın teri” çok olumlu geldi sana; “kimin suçu” diyeyim ?


Benim. Benden daha suçlu kimse yok. Başıma gelen her kötü şeyin sorumlusu ben olabilirim… Ben kendime çok güveniyorum; başıma gelen her kötü şeyde, beni yıksanız da, ben ayağa kalkarım! Omuzlarım!

“ÇOK İYİ BİR SEVGİLİYİM…”

-Kahramanım diyorsun?

Galiba evet. Öyle hissediyorum. Ama benim beraber yola çıkıp sonra ayrıldığım sevgililerim, yol arkadaşlarım benden sonra kendilerini benim kadar rahat toparlayamıyorlar. Ben onların hayatlarını fazla kolaylaştırmışım, yön vermişim. Ben omuzlarımı kaldırıyorum!

-Darbe yediğinden çok darbe veriyorsun farkında olmadan. Hem de bunu karşındakinin yaşantısını basite indirgeyerek, kolaylaştırarak başarıyorsun!


Evet, bir sevgilim olduğu zaman onun hayatına müthiş bir kolaylık sağlıyorum! Çok iyi bir sevgiliyim.

-Sen çok baba figürüsün ve babayı hayattan çıkarmak gibi bir durum olamaz. O yüzden seni de çıkaramıyor olabilirler…

Evet, aynen öyle. Şunu da çok yaşadım; çok ağır bir ayrılıktan sonra bile karşı taraf beni hep hayatında tutmak istedi. Arkadaş olarak kalmamı istedi! Ben paramparçaydım ama ona yardım ediyordum ki o gayet iyiydi! Ben mutlu etmeyi seviyorum sanırım… Çok mu açık konuşuyorum ?:)

-Benim için sorun değil de, röportajdan sonra telefonların çok çalmasın!:) Ulaş seninle konuşmak beni çok yoruyor !Her şeyinde bir yaşanmışlık var, işin kötüsü yaşadığın ve anlattığın her şeyden kendi yaşadıklarımı çıkarıyorum!

O çok kötü! Anlıyorum : )

“ENTELEKTÜELLİK BENDE OLMADIĞI İÇİN SÜSLÜ CÜMLELERLE DİNLEYİCİYİ TAVLAMAYA ÇALIŞTIM İLK ALBÜMDE…”


-Stüdyo Fanus’tan Long Play’e gelirsek, neler oldu arada, kendi stüdyon, ne kadar özgürdün, şimdi ne kadar özgürsün?


Fanus 3 ortaklı bir şirketti. Eşe dosta kiralayalım diye amatörce başlayan 3 çatışmalı kafanın yaptığı bir işti orası. Tecrübemiz de yoktu… Ama bir noktadan sonra benim oradan ayrılmam gerekiyordu. 1 sene geçti… Arkadaşlar “devamlı Amerika’ya gideceğim diyorsun, git artık” dediler, kendi şirketimden kovuldum galiba öyle bitti… Sonra bir stüdyomun olmamasının eksikliğini hissettim. Davulcu arkadaşım Görkem ile konuşurken “stüdyo açalım” dedim. Asil, şık, özel kişilerin geldiği… Görkem ile konuşmadan bile anlaşıyoruz zaten! Müthiş bir fikir birlikteliğinde inşa ettik orayı. Long Play daha kendimi ifade edebildiğim bir yer. Ofis gibi, ev gibi…

-Ben seni dinlerken Bülent Ortaçgil huysuzluğu, Mazhar Alanson umarsızlığı, Feridun Düzağaç çelişkisi ve Fikret Kızılok romantizmi seziyorum. Birkaç kişinin birleşimi var sende… Peki ya sen kendini kime daha yakın görüyorsun? İdol kavramın kim, kimleri dinliyorsun?

Bu çok güzel! Gurur duydum. Bundan daha güzel bir yakıştırma almamış olabilirim! Çok şıktı. Son dönemde özellikle 4-5 aydır herhangi bir yabancı albüm, şarkı dinlemedim! Çok İstanbul’u dinliyorum. Tabi ki Ortaçgil, Alanson, Düzağaç, Kızılok dinledim… Çok fazla Kızılok’cu ve Düzağaç’cıyımdır. Ama bu yaşta kendime daha yeni itiraf edebildiğim bir şey var; ben Ortaçgil kadar entelektüel değilim! O yapı bana çok bol geliyor. “Romeo Ölmeli” dediğimde bile o arabesk ruh var çünkü! O oryantalizm var! Ve galiba o entelektüellik bende olmadığı için süslü cümlelerle sizi tavlamaya çalıştım ilk albümde… Şimdi anlıyorum!

-Acılarını hafifletmeyi mi başaramıyorsun?

Bu albümde bir şarkı var “Kara” onun üzerinden konuşalım bunu…

“BU ALBÜMDE ÖZELLİKLE BİR KADININ CANI ÇOK YANACAK…”

-Var mı sözlerini çok beğendiğin başkasına ait şarkılar…

Var tabi, Yalın’ın “Bir tek sen eksiksin” çok iyi mesela…

-Öyle, arabesk sözler biraz ama… O şarkının yazıldığı kadın parçalanmıştır bence.

Hiçbir şey olmamıştır o kadına!

-Hayır ya, kesinlikle canı yanmıştır!

Bu albümde ben çok can yakacağım o zaman… Özellikle bir kadının canı fena yanacak : )

“AŞIK OLMADIĞIM KADINA DOKUNAMIYORUM…”

-Ben sahnedeki adama güvenmiyorum Ulaş… Adam sahnede, tüm salon adama bakıyor… Sahnedeki adam her zaman çekicidir, hayranlığa dayanamaz bence…

Ben o kadar çekici olduğumu düşünmüyorum ama ya!

-Tamam, bir Murat Boz değil de, bir Yaşar olarak görülüyorsundur? Sahneye çıkan adam devleşiyor ya!

Çok büyük sahnelerde o…

-Mask’ta bile öyle bence…

Mask’a çıktım, hiç öyle hissetmedim. Ben senin bildiğin erkeklerden değilim ya!:)

-Sahnedeki adam bunu kullanır …

Ya ben aşık olmadığım kadına dokunamıyorum, öyle bir sorunum var. O yüzden kullanamam bence…

-Hazır karşımda hem sinema okumuş, hem müzikle ilgilenen, hem yazan bir adam varken; var mı kendin yazıp, çekme hatta müziklerini de yapma falan gibi planların? Senden bir film adamı olur bence!

Mümkün değil, çok sabırsızım. Aslında kafamda çok acıklı bir aşk hikâyesi var ama onu senaryolaştıramam, sabrım yok. Ben onu anlatacağım birine, akşamları biraz içeceğiz, yazacak o.

-Peki bu sabra sahip olmadığın için mi hissettiklerini şarkı olarak sunuyorsun? Sonuçta 4-5 dakikalık, kısa ve daha çabuk ulaşan bir şey…


Evet, şarkı yazmak 10 dakika! Kesinlikle öyle. Benim iletişimden müziğe kaymamın sebebi bu olabilir. Daha net!

-Ve hem görsel hem işitsel algıları bu kadar yüksek bir adam olarak, izlediklerinden etkilenip yazdıkların oldu mu?

İlk albüm! Dante, Shakespeare, Küçük İskender… İlk albüm yaşanmamış bir albüm yani… O yüzden samimiyetsiz geliyor. Şimdi gelecek albüm tamamen yaşanmış, o yüzden daha çok seviyorum!

“ULAŞ İŞİ BÜYÜK YAPIYOR, GÜZEL YAPIYOR AMA HEP KÖTÜ YAPMIŞ GİBİ HİSSEDİYOR…”

-Romeo Ölmeli’de Juliet’ine kendini layık görmeyen bir Romeo çırpınışı var. Anlat bize bu Romeo’yu neden böyle? Neden güvenmiyor Romeo kendine?


Bu Ulaş’ın genel problemi! Ulaş işi büyük yapıyor, güzel yapıyor ama hep kötü yapmış gibi hissediyor. Karşısındaki kadını çok büyük hissediyor kendinden. Onu hep büyütüp, kendinizi aşağılıyorsunuz… Ne kadar sevse de o hep daha üstün… Sevmekten fazla yapabileceği hiçbir şey yok! Sadece sevgisinin büyüklüğüne güvenebiliyor!

-Majör adamı mısın, minör mü?

Minör!

-Stüdyonun ruhu işe yansır mı?

Kesinlikle yansır!

“ONUN SENDEN NEFRET ETMESİ GEREKİYORSA, ONUN SENDEN NEFRET ETMESİNİ SAĞLAYACAKSIN….”

-Nasıl bir aşk yazmak isterdin? Kurgulasana bana…

Bak aşk çok tehlikeli bir şey… O kadar bağımlılık yapan ve zorlayıcı bir şey ki! Bir bağımlılıktan kurtarmak için karşındakini onun senden nefret etmesi gerekiyorsa, onun senden nefret etmesini sağlayacaksın! Böyle zor bir şey, hastalıklı bir durum, yazılabilir bulmuyorum… Ama güzel bir aşk; huzur, anlaşmak, büyük güzel duygular, iyi bir ten çekimi… Uf, çok 21. yüzyıl cümleleri bunlar! İnanmıyorum aslında böyle şeylere! Bana bir aşk tarif et diyorsun, kolay değil bu! Ferhat ile Şirin gibi aslında… “Güle Güle” filmindeki Galip ile Rosa’nın aşkıdır ya da…

-Benim de ciddi bir anlam yüklediğim “’2+2=5” üzerine bir kitap çalışman varmış. Anlatsana bize, neler bekliyor bizi? Kesin olmayan şeyler üzerine mi gideceksin? Netlik kavramı?


10 yıldır var, ben o kitabı yazamıyorum! Öykü kitabı çünkü o, naif, gösterişsiz… Ama şimdi yazamıyorum! O kadar düz yazamıyorum. Bir adamın hikayesi, düş gören, düş ile gerçek arasında kalan… Bir kadın düşleyerek hayatına anlam katmaya çalışıyor… Düşü çok zeki, hep adamı yeniyor! Aslında bana “ideal kadın”ı sordun ya, bu düş olabilir bana! Tartışacak, zorlayacak…

“BİR İSTANBUL ALBÜMÜ…”

-Şimdi yeni albümle alakalı ne soracağım bilmiyorum! Sen bana anlat!

“Beni Rahatsız Etmeyin” yeni albümün adı. 6 şarkılık bir albüm, bir ayrılık hikayesinin 6 ayı… Otel odasında geçtiğini kurguladım bu hikâyenin. İstanbul hikayesi bu albüm. Sürekli geziyorum, hep aklımda otel odalarının kapısındaki “Rahatsız etmeyin” yazısı var. Otel odası yalnızlığını anlatıyor. 6 ay boyunca her ay 1 şarkı… Hepsinde farklı duygular! İlk ay “İstanbul Ağlar” diyor bu adam… O buhranla!

-Ama bu çok ağır bir laf! Dünyanın kendi acısı etrafında döndüğünü hissetmek!

Aynen öyle! Aynı adam “yürüyemem ipim kıldan ince” diyebilir aynı şarkıda! Çok heyecanlıyım bu şarkıyla ilgili. “Ben de gittim üstelik şimdi seni kim anlar, bize artık ben değil İstanbul ağlar!”

-Çok acıklı! Egolu!

Evet, beni unut da diyor aynı şarkıda… İstanbul Ağlar bu ayrılığın ilk ayı! 2. ay, biraz daha “nefret” durumu var. “Bize nasıl yaptın?” diyor… “Rapsodi” olacak adı ya da “Acılarınla Kal” Şarkı da diyor ki “Affet beni mecburcuyum yalnızlığa çok seviyorum bu acıklı halleri” … 3. ay artık bu öfkenin doruklarına ulaşmış ve hakaret eder halde! “Afitap’ın Kocası İstanbul” o da… Ferhan Şensoy’un bir oyunundan geliyor adı. Çok riskli bir şarkı. Yapı olarak tango başlıyor, nakaratı oryantal… “Git kendine başka bir durak bul, benden sana hayır yok çünkü medeni halim dul” çok eğlenceli bir şarkı… 4. şarkı bağlamalı falan! Bir adamın artık ilişkinin bittiğine inandığı bir bağıl yalnızlık durumu var… Etrafındaki arkadaşlarının da onu terk ettiğine inanma süreci… “Bir kadeh ver” Çok ağır konuşmuşum, biraz korkuyorum bu şarkıdan! 5. şarkı tam bir arabesk! “Bu Akşam” bir meyhane masası hikayesini anlatıyor. Baya klarnetli falan bir şarkıdan bahsediyoruz! 6.şarkı da “Kara” ve benim hayatımda yazdığım en naif hikaye olabilir! Yani bir şarkının sözlerini bu kadar düz yazamazdım herhalde. “Karaydı olanlar yaşananlar karaydı, bir düşüp bir kalkmak ne kolaydı!” Çok çok düz bir şey var ortada…

-Vay! “Bir düşüp bir kalkmak ne kolaydı…” çok iyi!

Daha güzeli var; “Yaraydı bıraktığın kabuğu kopmuş yaraydı, kaçırdığın görülecek manzaraydı” Herkes sevemeyecek bu şarkıyı… Ağır! Yani yeni albümün şarkıları bu kadar, 6 şarkı, 6 ay…

-Bu albümde sıklıkla neyle karşılaşacağız peki?

İyi şarkı sözleriyle, aşk acısıyla, oryantalizmle! Her şarkının içine bir tane oryantal enstrüman sokmaya karar verdik Alen’le. Çünkü bu bir İstanbul albümü. Ben İstanbul’da böyle hissediyorum. Ben bu albümü yolda yazdım, elimde gitarla evde değil… İstanbul’da caddelerde gezerken yazdım, sonra gitarla notaya döktüm.

-Albümde sıkça deniz var o zaman?

Yok, bu İstanbul’un arka sokaklarını; Balat’ı, Okmeydanı’nın arka sokaklarını, yürüdüğüm yolları anlatıyor.

-Yani “Kuruçeşme’yi Bebek’i anlatmıyorum, Balat’ı anlatıyorum!” diyorsun!

Hayır, lokasyon olarak bölmeye niyetim yok zaten…

-Lokasyon olarak değil, yaşantı olarak “Bebek” “Kuruçeşme”…

Yok, kendi yaşadığım semtleri anlatıyorum… Kendi yaşam alanlarımı. Yani; siz bir şarkıyı –örneğin Rapsodi – onun ritmik yapısı yönünden şarabınızı içerek dinleyebilirsiniz, ama “İstanbul Ağlar”ı dinlerken bir rakı masasından başka şansınız yok. Başka hiçbir yerde yapamazsınız bunu…

Ve son; en çok hangi şarkıyı sahibiyle söylemek isterdin?

Sanırım, Nilüfer ile “Esmer Günler”…

http://www.youtube.com/watch?v=alWv80PKH-8


GÖKÇE KURTOĞLU
YAZARA E-POSTA GÖNDER

 

Diğer yazıları liste halinde görmek için tıklayın >

Favorilerinize ekleyinAnasayfaya dönPaylaşın
GÜNLÜK FALINIZ
HAVA DURUMU

REKLAM
reklam@cosmoturk.com

İLETİŞİM
cosmoeditor@cosmoturk.com

TEL: (0212) 280 07 00
FAX: (0212) 244 13 32

-->
>