KÖŞE YAZILARI | NEMZA SİNANOĞLU

Notalardaki Sır..

Her zamanki gibi bugün de sabah olmuş ve ben evdeki rutin işlerime koyulmuştum. (Nemza Sinanoğlu)
 
   
 
 
     

Her zamanki gibi bugün de sabah olmuş ve ben evdeki rutin işlerime koyulmuştum. Eşyaların tozlarını şöyle bir alarak dergi, gazete ve kitapçıkları düzeltip, doğruca mutfağa giderek kendime bir kahve koymuştum.

Elimde bardağım salona geldiğimde ilk işim, derse gelecek öğrencilerin çalışacağı notaların, kompozisyonların üzerinden geçmek oluyordu.

Sabahların dinginliğinde evde piyano sesini duymak çok hoşuma gidiyordu. Birkaç dakika üzerinden geçtikten sonra, oturup bir köşede kahvemi yudumlarken günlük gazetelere göz gezdiriyordum.

Bekarım hiç evlenmedim. Kariyeri aşk’a falan da seçmiş değilim hani. Öyle gerekti, yaşandı bir şeyler ve bitti, kırk yaşıma dayanmış hala Aşk’a inanan biri kadın olarak yaşıyordum, yaşıyorum hala.

Yılara inat bedenimde değişmeyen sadece buydu.

Uzun bir süredir hafta içleri üç gün, hafta sonları cumartesileri evimde çeşitli öğrencilere piyano/keman dersleri veriyorum. Eski memur hayatım yerine kendime böyle bir düzen seçmiş, yaratmış olmuştum.

Konservatuarı bitireli 18 yıl oldu, yıllarca o okul senin bu kurs benim koşuşturup, zamanın nasıl geçtiğini anlamada akıp geçmişti yıllar.

Kendime öyle böyle yarattığım düzen içinde, artık yaşımın da verdiği dinginlik ile evimde ders vermelere başlamış bu sayede hem eğitimcilikten hem de müzikten uzak kalmayarak hayatımı devam ettiriyordum.

Hep bir şey tek şey bir şey hayatımda eksik olmuştu.

Dilimde yarım kalan…Hatıralarımda saklı tutulan..

Beni bu zamana kadar hala kalıntılarıyla yaşatabilen ilk ve son Aşk’ıma sözü getirecek olursak. Öyle büyüktü ki, karnım toktu, istemedim hiç başka birini, bir başka sevgiyi ve yeni yaşanacakları..

Üniversiteye girdiğim ilk yılın, ilk günlerinde onunla okul bahçesinde tanışmıştık. Yanımın boş olduğu banka gelip oturmuş ve okulda yeni olup olmadığımdan söze girerek arkadaşlık yolumuza böyle başlamıştık.

Kısa bir süre sonra, arkadaşlık ilişkiye dönüşmüş ve aynı dili konuşan çok mutlu bir ikili olmuştuk.

O okulu bittirmiş, bir doktora öğrencisiydi, hafta içleri okula gelip Opera/Şan bölümüne dersler veriyor, kitaplara gömülüyor, gün sonları birlikte geçirdiğimiz birkaç saat ile ilişkimizi sürdürüyorduk.

Ben memnundum hayatımdan, o ise bana zaman ayıramamasından dert yanıyor ve beni ihmal etmemek için elinden geleni gerçekten yapıyordu.

Bir orkestranın içinde yer alıyor ve bazı gecelerde sahneye de çıkıyorlardı. Böyle durumlarda ara sıra ben de onun yanında oluyor, onun sahnedeki o parlayan mutlu hallerini izlemek beni her şeyden çok mutlu ediyordu.

Onun benden daha çok gelecek hayalleri vardı, ona göre ikimizin de hayatı planlı haldeydi. Ben okula daha yeni adapte olmuş, bölümümü çok seven arzulu bir öğrenci ve yanında da aşık bir kız olarak zamanımızın tadını çıkarmaya çalışıyordum.

Ben ikinci sınıfın sonlarına gelen bir öğrenci olarak bahçede arkadaşlarımla yürürken bir anda gelip beni kucaklayarak, doktorasını tamamlamış biri olduğunun haberini vermişti .

Ne olduysa ondan sonra olmuştu zaten…

Dediğim gibi o benden daha telaşlı halde benimle, onunla hatta bizimle ilgili kendiliğinden gelecek planları yapıyordu.

Hatta baya bir ilerletmişti de durumu… Benim haberim olmadan, benim yerime de..

Bir sabah okulun bahçesine gelerek, hadi gidiyoruz demişti.

-Nereye, dersim var önemli diyerek karşılık vermiştim.

-Bana gülümseyerek, Viyana’ya gidiyoruz kabul edildim.

-Nasıl yani ? diyerek afallamış, ne diyeceğimi şaşırmış halde, öylece bahçede yürümeye çalışmıştım. O yanımda sevinçten uçacak halde, büyük patlayan gülüşleriyle, senin için de konuştum, geleceğin parlak olacaktır, bir yıl bir kayıpla okul kaydını oraya aldırabilir, o zamana kadar da hem dilini geliştirmiş olur ve bu arada belki biraz da bestelerine ağırlık vermiş olursun, fena da olmaz hani dimi ?

Şaka yapıyordu herhalde, ben ailemden uzak burada okurken, hatta ayaklarımın üzerinde durmaya çalışırken… Evet birçoğumuzun hayalinde vardır bu “Viyana” oraya gitmek, ama böyle radikal bir karar bana sorulmadan, içinde benim olduğum planlar…

Şuan bunu yapamazdım, bunu biliyordum o da anlamıştı en azından..

Bir daha hiçbir şey sormadan, üstelemeden bir bir yapmıştı hazırlıklarını. Bütün çevremiz ikiye ayrılmış, bir grup neden gitmediğimle ilgili tepki gösterirken, diğer grup kararıma saygı göstererek, kendimi hazır hissettiğim anda gitmemin doğru olacağını düşünüyordu.

Altı ay içinde tüm hazırlıklar tamamlanmış, evini kapatmış ve yeni hayatına geçiş yapmak için son günlerin İstanbul’da benim yanımda geçiriyordu.

İçimde var olan ve dile getirmediğim düşüncede, bu ikimizin için de yeni bir başlangıçtı. Aslında o giderken biz de ayrılmış olacaktık. Son ellerini tutuş, son sıcaklık ve son saatler. Bunların hepsini bilerek olağanca zamanımı yanında geçirdim.

O hiçbir hayalini söndürmeden, geleceğim günü bekleyeceğini bilir gibi ayrıldı hava alanından , olağanca mutlu/gülen haliyle.

Uçak kalkarken bir şeylerin de avuçlarımın içinden uçup gittiğini hissetmiştim. Engel olmaya hiç hakkım yoktu, herkes kendi hayatını yaşamalıydı, bu gelişme onun belki de dönüm noktasıydı, denemeliydi, hayaliydi.

Uzunca bir süre, devamlı yazışmış, her boş zamanında sesini duyurmuştu bana. Bir kış tatilimde yanına bile gitmiştim, her şeyi yavaş yavaş düzene oturuyordu, yeni arkadaşlıklar edinmiş, mutluydu ve gelecek için inancı daha bir yükselmişti.

Onun o halini görmek beni mutlu ediyordu, gülümseyen gözleri ve geleceğe inançla bakan umutlu halleri.

Tatil, tatil olarak gerçekten güzel geçmişti. Belki de kafamın içinde saklı kalan düşüncelerle, beynimde onu kendime karşı soğutmaya çalışıyordum.

Belki geleceğe karşı bir engel olabilirdim ben ona, ayak bağı, en az bir yıl boş gezecek, dili öğrenip öyle geri kalan hayatıma devam edecektim. Bunların hepsini ona karşı bir yük, bir sorun ve artı bir sorumluluk getireceğini düşünüyordum.

Benim tatilden döndükten sonraki konuşmalarımız, sayemde gün geçtikçe daha soğuklaşmış, kendimden uzaklaştırma çabalarım zaman geçtikçe cevap vermiş ve daha az birbirimizden haber alarak, zamanla hiçliğe doğru kucak açmış ve beraberliği adsız bir sonsuzluğa uğurlamıştık.

Aradan on yılı aşkın bir süre geçmişti, o nerede, ne halde, nasıl bir düzene sahip hiçbir bilgim yoktu. Zaman aşımına uğramış durumumuzda tabi ki o da kendi yolunu, düzenini kurmuştur diye düşünüyordum.

Son zamanlarda, aralıklarla cep telefonum çalıyor ve açtığımda devamlı aynı melodiyle karşılaşıyordum. Kapatmıyor ve sonuna kadar dinlediğimde her seferinde aynı beste bana dinletiriliyordu.

Kimin olduğunu bilmediğim bu bestenin, büyük ihtimalle ders verdiğim öğrencilerden birinin olduğunu düşünüyor ve cesaret edemediğini düşünerek, aklınca bana bu şekilde sunum yaptığını sanıyordum..

Evet sadece sanıyormuşum.

Bir gün öğle saatlerinde evimin karşısında duran bir kişinin benim dairemi izlediğini ve binaya girip çıkanları gözlemlediğini fark ettim. Kendisine baktığımı fark etmemesini isterken, ne yazık ki benim onu görmüş olduğumu algılamış ve hemen oradan uzaklaşmıştı.

Hemen arkasından telefonum çalmış ve arayan kişi yine bana o besteyi dinletiyordu. Artık bu durumdan tedirgin olmamla birlikte, bu halin en yakın zamanda çözümlenmesini istiyordum.

Ertesi ve diğer günler, öğrencilerimle açıkça bu durumu konuşmuş ve aklımdan geçen düşünceyi paylaşmıştım.

Bir sabah yine uyanıp penceremden baktığımda, o kişini yine evimi izlediğini fark etmiştim. Bu sefer yüzüme kısa bir süre bakmış ve ardından dönerek yine oradan hızla uzaklaşmıştı.

Neydi bu bilinmeyen durum.

Salondaki koltuğuma geçip oturduğum anda kapı çalmış ve ben gidip açtığımda paspasın üzerinde büyük bir nota işareti yazılı beyaz bir sayfa bulmuştum.

Bu bir oyundu.

Oynamak gerekiyorsa ben de bu oyuna ayak uyduracaktım.

Ertesi gün yine kapıda yine aynı şekilde bir sayfa üzerinde bir nota bana bırakılmıştı.

Ertesi gün.

Ve yine ertesi gün derken,

gelen notaları piyanoda birleştirerek, bana günlerce dinletilen bestenin başlangıcı ortaya çıkıvermişti.

Artık geceleri rüyalarımda bile bu besteyi duyuyor ve neredeyse bu melodiler beni hiçbir anımda yalnız bırakmıyordu.

Bir sabah uyandığımda, aklımda olan bu seslere söz yazmak fikri düşmüştü. Oturup var gücümle beynimde çalan notalara sözcükleri yerleştiriyordum.

Ertesi sabah ben ondan önce davranarak yazdığım sözleri beyaz bir sayfa ile kapının önüne koyuvermiştim.

O gün bana nota bırakılmamıştı….

Ama bıraktığım sözler alınmıştı.

Ertesi günü merakla bekleyen ben, kapıyı açtığımda sadece öylece duran paspasımı görüyordum.

Ertesi gün.

Sonraki gün.

Artık kapıyı açıyor bir de paspasın altına bakıyordum. Belki de bu durum bende hastalıklı bir hale dönüşmüştü.

Ertesi gün baktığımda bir CD koyuluvermişti kapıma.

Tedirgindim, bu neydi neyle karşılaşacaktım.

Açıp/ açmama arasında gidip gelirken, bilgisayara takıp görüntünün başlamasını bekledim.

Görüntüden önce, duymayı beklediğim beste kulaklarımı dolduruyordu, daha sonrasında yazdığım sözler bir erkek tarafından seslendirilmiş ve bana yollanmıştı.

Kimdi bu ?

Yavaş yavaş cızırdayan bir görüntü netleşerek karşıma geçivermişti. İlk başta tedirginlikle karşıma çıkan şahsı, açıkçası biraz da korkarak gözlemliyordu.

Aşağıdan yukarıya doğru çıkan gözlerim, onun gözleriyle buluştuğunda o kişinin ilk aşkım ve devamında kimsenin yerini dolduramadığı kişi olduğunu anlamıştım.

Uzunca bir süre yüzüne baktığımda, kapının önünde beni gözleyen kişinin de o olduğunu anlamıştım.

Çizgiler gözlerine oturmuş, saçları aklanmış ama hala o parlayan gözleriyle eski heyecanları şuan bana yaşatabiliyordu.

Karşımda hiçbir şey demeden öylece bana bakan bir görüntü vardı, sanki canlı ve sanki beni görüyor gibi gözlerimin içine, ta göz bebeklerime bakıyordu.

Ardından yanda akan bir yazı beliriverdi. On yılın geçmişliğini, pişmanlığını, yaşayamadıklarımızı, benimle bir hayata sahip olmak istediğini belirten, nice güzel cümlelerle bir yazı yazmıştı.

Akış devam ederken, kapı çalmış ve ben gözümdeki yaşları silmeye çalışır şekilde kapıya yönelmiştim. Açtığımda, beyaz bir sayfa ve sayfada camdan bakmam isteniyordu.

Cama yöneldiğimde, aşağıda bir pankart.

Pankartı tutan onlarca öğrencim, üzerindeki yazıda “Benimle Beyaz Bir Sayfa Açmaya Ne Dersin ?” yazıyordu.

Ardından, kalabalıklar içinden o beliriverdi. Öğrencilerin arasından onu fark etmemiştim bile. Onun da elinde bir pankart ve üzerinde “Bu Çocukları Kırma Diyordu” .

Yine eskisi gibi espriliydi. Gülümsemiştim.

Sanıyorum, o gülümseyişimin ardındaki cesaretle koşar adım yukarı çıkmış ve kapıya gelmişti.

Çalan kapının ardında onun olduğunu bilmek olağan üstü bir heyecan ile sarmalamıştı beni.

Açtığım kapının ardında o yüzü görmek ve bir anda kucaklaşmak.

İşte ilk AŞK. Ve işte buydu beklediğim yıllarca..

Çok kısa bir süre sonra evlendik.

Şimdi geçmişliğin acısını çıkartarak yaşıyoruz hayatımızı.

Geçen yılların ikimizin yüzünde yarattığı kırışıklıklara inat, yenilerini eklemek içini delice gülüyor ve hayatımızı güzel bestelemekle oldukça uğraşıyoruz.

MUTLU SON.


NEMZA SİNANOĞLU
YAZARA E-POSTA GÖNDER

 

Diğer yazıları liste halinde görmek için tıklayın >

Favorilerinize ekleyinAnasayfaya dönPaylaşın
GÜNLÜK FALINIZ
HAVA DURUMU

REKLAM
reklam@cosmoturk.com

İLETİŞİM
cosmoeditor@cosmoturk.com

TEL: (0212) 280 07 00
FAX: (0212) 244 13 32

-->
>