Anneannemi kaybettik. Öyle acı ki bu cümle, başka bir şey yazamıyorum. O kadar çok acı biriktirmişim ki içimde, artık dışa vuramıyorum. İçim sıkışıyor sadece, lambasını açık tuttuğumuz odasına girdikçe, televizyon sehpasında duran porselen tabaktaki resmine baktıkça, yemek masasında oturduğu köşeyi, o köşedeki sandalyesini, kırmızı mavi film kaplı haplarını, camdan dışarı baktığı tabureyi ve beyaz tülbendini gördükçe ağlamaya başlıyorum.
Çocukluğumun geçtiği evi, asmalı, ortancalı, kiraz ağaçlı çok sevdiğim bahçesini, üst kattaki karyolayı, yaz tatillerinde onda kaldığım akşamları, sabahları onunla birlikte kahvaltı etmeyi, toz alıp bahçeyi süpürmeyi, bana ve kardeşime aldığı dondurmaları, karşıki fırından aldığımız dumanı tüten ekmekleri, turşularını, sarmalarını, patlıcanlı böreklerini, pikniğe gidişlerimizi, bizde duramayışlarını, hep evini aramasını düşünüyorum.
Son beş yıldır ailenin beşinci ferdi olarak aynı evi paylaştığım anneannem çocukluğumun anılarından farklılaştı yavaş yavaş.
Her gün daha çok susar oldu, hatta son zamanlarda hiç konuşmuyordu. Ve ben ona o kadar yakın durmadım belki, elini o kadar sıkı tutmadım, yanaklarını doya doya öpmedim ve istediğim kadar sarılmadım ona. Bazen üff’ler püff’lerle tersledim, bazen ”neden ağlıyorsun” diyerek yanına oturdum, ona sarıldım. O hep evini özledi. Hiç istemedi bizimle kalmayı. Ama kendine bakamaz oldu önce, sonra zor yürür oldu, sonra yoğurdu bile zorla yutar oldu ve bu Cumartesi öğlene doğru o kadar sessiz gidiverdi ki.
Hiç kondurmuyorduk, aklımıza getirmiyorduk hiç. O kadar alışmışız ki onun odasında televizyon izlemesine ya da uyuklamasına... Yine odasının kapısını açtığımızda onu orda bulacağım sanki. Ama yok. Anneannem çıt çıkarmadan, gık demeden, öylece uçtu gitti bu dünyadan. Ben şehir dışındaydım, yüzünü bile göremedim yatağında yatarken.
Annemin çığlığı duyulmuş, sonra ambulans sesleri ve götürmüşler hava sıcak diyerek. Komada sandım ben onu, eve geldiğimde onu görebilmeyi umdum, son bir kez öpmeyi ve ”hakkını helal et” demeyi. Ama yoktu o. Sadece ağladım. Ve en çok da insanı insandan uzaklaştıran bu tempoya lanet ettim. Kendime bile zaman ayıramadığım bu düzende sevdiklerime ayıramadığım zamana, başkalarının kaprislerini çekmekten gerilmiş sinirlerle eve gelip sevdiklerimin nazını çekememeye, kendi köşeme çekilip kendi sorunlarıma takılıp durmaya lanet okudum. Öyle bir sıkıntı kaplıyor ki içimi, nasıl çözülür bilemiyorum. Yazmak istediğim, söylemeye çekindiğim o kadar çok söz var ki... Yazdıkça kendime geleceğimi bilsem de hiç bir şey onu bana getirmeyecek ya.
Çocukluğumun anıları ne kadar uzaksa ve her bayram elini öptüğüm anneannem nasıl gittiyse buralardan ben de o kadar öfke doluyum kendime. Sana bu cümleyi bile kuramadım anneannecim, ama hatalarımı affet olur mu, torununu affet ne olur. Mekânın cennet olsun, bu dünyada rahat edemedin, dilerim orda çok daha rahat uyursun.
Nilhan Fidan
fidannil@yahoo.com
NİLHAN FİDAN
YAZARA E-POSTA GÖNDER