KÖŞE YAZILARI | NİLHAN FİDAN

Sinop’ta

İlk kez bu kış gittiğim, Karadeniz’in ortasındaki güzel sahil şehri Sinop… (Nilhan Fidan)
 
   
 
 
     

Uzun zamandır otobüsle şehirlerarası bir yolculuk yapmamıştım. Adını daha önce duymadığımız bir seyahat firmasıyla on bir saat sürecek gece yolculuğuna başlamadan önce biraz tedirgindik. Otobüsün hurdalığından tutun da yolculuğumuzun selametine kadar pek çok şey geçti kafalardan ama terminale gelip otobüse bindikten sonra her şeyden gayet memnun kaldık. Özellikle muavinimizin sıcakkanlılığı ve sınırsız müşteri memnuniyeti sunan misafirperverliği bizi çok mutlu etti. Tüm gece bir o yana bir bu yana koşuşturan muavinimizin “24 saat açık büfe” dediği çay-kahve-su servisi gece boyu devam etti. İki defa yarımşar saatlik mola verdik, onun dışında da birkaç kısa molamız oldu. Her moladan sonra kolonya servisimiz eksik edilmedi.

Muavinimizi gece boyu en çok uğraştıran iki yolcudan biri, çook yaşlı bir dedeyle midesini bozduğu için yolculuk süresince hepimizin şahit olduğu rahatsızlığı çeken yaşlı bir teyzeydi. Yaşlı amcanın kafasına göre gezmesine mani olup koltuğunda meşgul tutmaya çalışan, teyzeye de poşet ve kolonya servisi yapan muavinimiz teyzeye her defasında "sana niye ilaç vermediler" diyip durdu. Teyzenin "daha önce böyle olmazdım ki, gelmiycem bi daha" demesi üzerine, "n’olur gelme, otur köyünde" diye destek çıkan muavinimiz beni çok güldürdü.

Bu anılar ile yolculuğun başındaki birkaç mola, koltuğun önündeki ekranlardan izlediğimiz Türk dizileri ve yabancı filmler dışında pek bir şey kalmadı aklımda. Zira saatlerce horul horul uyumuşum yolda. Nasıl bir yorgunluksa bu, normalde otobüste gözünü kırpamayan ben derin bir uykuya dalmışım. Araba virajları döndükçe bir sağa bir sola düşüyormuş başım. Öyle diyorlar…

Uyandığımda Sinop'a girmiştik. Güneş denizden doğarken aydede de henüz belirgindi. Nasıl güzel bir gündü…

Sıra sıra okulların bulunduğu Okullar Caddesi'nde Öğretmenler Evi'ne yerleştik, kahvaltımızı ettikten sonra meydana yürüdük. Öğleden sonra ise Sakarya Caddesi’nde ailecek mantı keyfi yaptık. Ben cevizli ve yoğurtlu karışık seçerken, herkes klasik yoğurtlu mantıdan yedi. Mantımız siparişimiz üzerine taze taze kaynatıldı. Yumuşacık, elle açılmış hamurda, tam anneanne mantısı yer gibi bir tat aldım

Gün içinde ara sokaklara gire çıka dolaştık. En çok pastanelerin sayısı ve büyüklüğü dikkatimi çekti, çay içip sohbet etmek için pastaneye gitmeler devam ediyor sanırım burada. Kale arkasında balıkçı tekneleriyle diz dize çay bahçelerini bulduk sonra. Bir acı çay içtik; ama hava biraz serin, üşüyüp kalktık güneş inince. Bir arka sokakta kotra maketleri satan dükkânlar gördük. Deniz fenerlerini de çok beğendim ama onlar dekormuş, sormadım değil. Ben de kendime kırmızı renkte minik bir balıkçı teknesi aldım.



Akşam indi Sinop’a. Güneş çoktan çekildi. Ne çok uykum varmış. Derin, güzel, tatlı tatlı bir uyku…

Ertesi gün kahvaltıdan sonra Okullar Caddesi’ndeki Sinop Müzesi’ne gittik, tavsiye ederim. Bahçesinde sergilenen sütun başları, tavan süslemeleri ve heykeller görülmeli. Müzede, Sinop kazılarında ve çevresinde bulunan Prehistorik, Helenistik, Roma, Bizans eserleri ile Sinop çevresinde toplanmış ikonalar bulunmakta. Bahçenin bir köşesindeki ördekler, tavşanlar ve küçük havuzdaki kırmızı renkli balıklar da bir o kadar hoş.

Sinop Müzesi’nden sonra şehir turumuza yürüyerek devam ettik. Önce surların orda, sonra Sinop’ta doğan, “gölge etme başka ihsan istemem" sözüyle ünlü filozof Diyojen’in heykelinin önünde fotoğraf çektik. Yolda dikkatimizi çeken Eski Sinop Cezaevi ziyarete açıkmış. Buralara kadar gelmişken, burayı da gezmek için içeri girdik.

Cezaevinin bulunduğu alan zamanında Osmanlıların Karadeniz'deki en büyük tersanesiymiş, cezaevi iç kalenin içinde eski tersane alanında yapılmış ve 1887 yılında cezaevi olarak kullanılmaya başlanmış. İtiraf etmem gerekir ki, kale, şato, saray, müze… Şimdiye kadar gezdiğim hiçbir yerde hissetmemin mümkün olmayacağı bir ruh haline soktu burası beni. Sinop il sınırları içinde çektiğim fotoğrafların neredeyse yarısını bu cezaevinde çektim desem… Gerçekten insanı hem tedirgin eden, hem özgürlüğü ve esareti sorgulatan, suçla cezayı, yaşanılanları düşündürten elliden çok fotoğraf karesinde insana hem yabancı hem tanıdık bir ruh var.

Hapsedilmişlik. Zindan. Keskin çizgiler. Demir parmaklıklar. Boş ranzalar. Göğün aydınlığı ve duru mavisi altında dört duvarla çevrili grilenmiş hayatlar. Boyası renkten renge dönmüş, üzerine isimler çizikler ve isyanlar kazınmış duvarlar. Cezaevi bahçesinde güzelim ağaçlar ve o ağaçların gölgesinde kırık hayaller…

William Shakespeare’in bir sözü duvarda; “Kan, kanla değil suyla yıkanır. Öç almanın sonu yoktur”.

Cezaevinden sonra çay içmek için sahile yürümeye devam ettik. Yolda buzdolabı süslerine baktık: Horon tepen, kemençe çalan, çay toplayan yöresel kıyafetli renkli başlıklı bebekler. Hepsi çok şirindi.

Deniz kıyısında, Osman’ımın Yeri'nde ince simit ve ince bellide çay ile yine takaların arkasında keyif yaptık. Bugün rüzgâr da yoktu, uzun uzun oturabildik üşümeden. Simidi o kadar sevdik ki önce iki, sonra iki derken 6 adet simit hop diye mideye indi. Huzurla, dinginlikle kendimden geçip, bir ara durup, buraya mı yerleşsek, bile dedim.

Akşam, odada biraz dinlendikten sonra akşam yemeği için dışarı çıktık. Yemeğimizi Otel Bossino sırasında, deniz kenarına yakın, Ganita Cafe & Restaurant'ta yedik. Ne de güzel ettik. Herkes Akçaabat köftesinden yana kullandı oyunu, bense aykırılık yapıp kiremitte kuru fasulyeyi denemek istedim. İyi ki de etmişim, kendisine bayıldım. Herkes köftesinden gayet memnunken tereyağlı kuru fasulye dumanı tüte tüte bir geldi ki… Babam hâlâ söylüyor, bir daha gidince ben kesin kuru fasulye yiyeceğim diye… Suyuna ekmek bandıra bandıra hem de... Hmmm, ağzınıza layık. Bu arada, ben buranın ekmeğine de bayıldım desem… Yemek sırasında gelip hoş geldiniz diyen mekân sahibi ve yemeğin sonunda müesseseden sunulan meyve tabakları, bir de uygun fiyatı derken… İstanbul’da değerinden fazla ödemeye alıştığımızdan mıdır… Ya da gidelim diye gazetelere reklam üstüne reklam veren müesseseler ile hiçbir şeyi biz keşfedemiyor olmamızdan mıdır… İstanbul dışında keşfedilen lezzetler daha mı lezzetli oluyor ne...

Ben yine “buraya mı yerleşsek” diye düşünmeye başladım…

Nilhan Fidan
nilhanfidan@cosmoturk.com


NİLHAN FİDAN
YAZARA E-POSTA GÖNDER

 

Diğer yazıları liste halinde görmek için tıklayın >

Favorilerinize ekleyinAnasayfaya dönPaylaşın
GÜNLÜK FALINIZ
HAVA DURUMU

REKLAM
reklam@cosmoturk.com

İLETİŞİM
cosmoeditor@cosmoturk.com

TEL: (0212) 280 07 00
FAX: (0212) 244 13 32

-->
>