KÖŞE YAZILARI | NİLHAN FİDAN

Vedasız Gidişler

“Vedalaşmadan gidiyorlar. Bir ses, bir göz, bir burun bırakmıyor geriye ölüm…” Nilhan Fidan`ın yazısı…
 
   
 
 
     

Vedasız Gidişler

Vedalaşmadan gidiyorlar.

Haberimiz bile olmuyor bazen, bazen de geç kalıyoruz. Ellerini tutup gözlerinin içine bakamıyoruz. Biz geldiğimizde onlar ayrılmış oluyor evden. Nefesleri bitmiş oluyor. Bir ses, bir göz, bir burun bırakmıyor geriye ölüm.

Bizi ayıran, bir nehir, bir köprü, bir şehir ya da kıtadan çok oluyor. Bir sohbet bir telefona, kısa bir ziyaret sadece birkaç saate baksa da, denizler ve kıtalar havadan karadan bir şekilde aşılsa da… İşte, bir tek ölüm aşılmıyor.

Vakit ayıramadıklarımız bizi beklemiyor gitmek için. Evin eşiğinden girerken alıyoruz haberini, onlar eşikten çıkmış oluyor.

Ölümü kabul edememek de ölümün vedasız oluşundan gibi geliyor bana. Haberini aldıktan sonra bile buna inanamayışımız, onu her yerde aramamız, ondan bir iz bulmamız da onun varlığına bir işaret aramamızdan. Biz arkalarından yas tutarken biraz da bu vedalaşamamalara ağlıyoruz. Çünkü gidişlerden en son gidiş söz konusu olunca, bir gün geleceği bilinse bile, ölüme hazırlanılmıyor.

Vedaları sevmeyenler bilir, vedalaşmak yüzleşmektir gerçeklerle. Ayrılmadan önce son bir kez arkalarına bakanlar, daha çok acı çekeceklerini bilirler. Hoşça kal demeden gitmek yürek ister, diyebilirsiniz; ama bence en korkakça gidiş böylesidir.

Vedalaşmak, vedayı kabul etmek demek öncelikle. Bir daha fiziksel ya da ruhsal olarak yanında olmayacağını kabul etmek ve ilan etmek aynı zamanda... Birine son bir kez sarılmak demek her iki tarafın da bu gidişe –en azından fikir olarak– alışmasını sağlıyor aslında.

Varlıkla yokluk bir anda belirlenebiliyorsa, birinin yokluğunu ayrımsamak için neye ihtiyaç duyar bir insan? Bir gidiş, onun gidişine an ve an şahit olmakla mı fark edilir? Habersiz ve sessiz bir gidişte yokluk nasıl anlaşılır? Basbas bağırmak mı gerek yoksa gidişi duyurmak için? Bu gitmeleri anlamamız için dokunurken yitmesi, sesini duyarken susması, gözlerimize bakarken yüzünü çevirmesi mi gerekir? Yoksa inanılmaz mı olur yokluğu, varlığını aramaya devam mı eder bu zihin?

Zihnimizdeki resimler, kokular ve sözlerle cisimlendirir miyiz onu yeniden, tekrar, sonsuza dek? Ve sonsuz ne demek? Zihnimizin paslanmasına karşı koyabilir mi hatıralar? Hatıralar yaşadıkça var mıdır onlar? Peki, hatıralar silindiğinde, o zaman gerçekten unutmuş mu oluruz ve yokluk mu kalır geriye?

Yokluk. Bize en çok koyan da bu değil midir?

Hem gidene hem kalana (ve kendimize) karşı bir ihanet gibi gelir yokluğu hissetmek. Ama o vardı ve ben onun varlığını yaşadım. Evet, silüetini bile hayal meyal hatırlıyorum; ama o vardı. Tıpkı benim şu an olduğum gibi. Ve o yok dersem onun varlığını bildiğim onca zaman da yok mu olacak? Ve daha da korkuncu, bir gün ben de yok mu olacağım? Beni en son hatırlayan da yok olduktan sonra ben de hiç gelmemiş gibi gitmiş mi olacağım bu dünyadan?

Varlık ve yokluk. Yaşam ve ölüm... Belki de vedalaşmaya dayanamayacak oluşumuzdan bu vedasız gidişler…

Nilhan Fidan
nilhanfidan@cosmoturk.com

 


NİLHAN FİDAN
YAZARA E-POSTA GÖNDER

 

Diğer yazıları liste halinde görmek için tıklayın >

Favorilerinize ekleyinAnasayfaya dönPaylaşın
GÜNLÜK FALINIZ
HAVA DURUMU

REKLAM
reklam@cosmoturk.com

İLETİŞİM
cosmoeditor@cosmoturk.com

TEL: (0212) 280 07 00
FAX: (0212) 244 13 32

-->
>