Kıl tüy derken özgürlüğünüz elinizden alınıyor farkında değil misiniz? Bir metrekare kumaş yüzünden ülke paramparça olmak üzere, hala uyanmayacak mısınız ? Din üzerinden siyaset yapılıyor, kadın “başörtüsü” ve “türban” bahanesiyle, en büyük siyasi malzeme olarak kullanılıyor siz hala “üniversitelere başımıza türban takıp gireceğiz” diye direniyorsunuz.
Tarlada çalışan, fabrikada çalışan, evde çalışan, yokluğa, yoksulluğa direnen ve bu koşullar değiştiğinde ilk kapıya konan siz değil misiniz?
Bu erkek egemenliği yüzünden kadının çektiği çileler hala bitmemişken, bunun üzerine bir de tüy dikmenin ve onların ekmeğine yağ sürmenin mantığını anlamakta zorlanıyorum.
Atatürk olmasaydı, insandan bile sayılmayacaktık…oy hakkımız yoktu…şahitliğimiz kabul edilmiyordu..mirastan pay alamıyorduk. Bir erkeğe “kaç çocuğun var?” Diye sorulduğunda iki kızı bir oğlu varsa “bir çocuğum var “diyordu. (böyle söyleyen erkekler hala var) Kız çocuklarını insandan bile saymıyorlardı Her şey erkeğin iki dudağı arasındaydı. Evimize, evliliğimize, kocamıza, çocuklarımıza bile sahip değildik. “boş ol!” diyince kös kös nedenini bile sormadan, erkek çocukları babaya bırakıp, kızları alıp, baba ocağına dönmek ve orada babanın, ağabeyin boyunduruğu altına girmek zorundaydık.
Üniversiteye türbanla girmek için kendilerini ortaya atan genç kızlarımıza sormak istiyorum. lise tahsili yapmış genç kızlar olarak, hiç mi tarih okumadınız? Kadının geçmişine hiç mi göz atmadınız? Kadınlar için atılan bunca olumlu adıma rağmen, Atatürk’ün biz kadınlara armağan ettiği, kadın haklarını elinizden almak için uğraşan ve bunun için de sizi tepe tepe kullanan bu erkek mantığına karşı direneceğinize, onları destekleyerek kendi ipinizi çektiğinizin ne zaman bilincine varacaksınız?
Diyelim üniversiteye hava dahi almasına izin verilmeyen, saçlarınızı sıkı sıkı örtüp girdiniz. Mezun olduğunuzda, sizi ağabeylerinizin, babalarınızın, kocalarınızın erkeklerin var olduğu bir toplumda, çalıştıracaklarını mı sanıyorsunuz?
Her gün bir kanalda başı bağlı bir kadın çıkıp, ( bunlarda genelde hep aynı kadınlar ) “ben buna hür irademle karar verdim. Dini inancım gereği bunu yapıyorum” diyor. Dinimiz “türban takacaksın!...” demiyor. Ayrıca bu hanımlara kimsede başını örttüğü için karşı çıkmıyor. Karşı çıkılan şey, baş örtüsü değil!..Karşı çıkılan şey bir siyasi simge olan “türban!...”
80’li yıllara kadar bu konu kimsenin aklına gelmiyordu. O tarihten önce, namazını kılan, orucunu tutan başına yemenisini veya başörtüsünü bağlayan kadınlar Müslüman değil miydi? Onların dini inançlarını yok mu sayacağız? Onlar şimdi cehennemlik mi? Böyle bir mantık olabilir mi?
Peki tersini düşünelim; aile baskısıyla türban takmak zorunda olanlarda var. Bunu açık açık dile getiremeseler de, (zaman zaman teke tek konuşmalarda ifada ediyorlar.)Hür iradeleriyle bunu takmıyorlar ama “ben hür irademle başımı açıyorum” da diyemiyorlar…nerde kaldı hür irade? Bana söyler misiniz lütfen?. .
Bu konu bizi ikiye böldü. Kadın dayanışmasını kırmak için bunu bilinçli yaptıklarını düşünüyorum. Türbanlı kadınlarla başı açık kadınları karşı karşıya getirdiler. Üniversitelileri ve öğretim üyelerini ikiye böldüler. Zaten bir yandan yoksulluk, işsizlik, açlık ve terörle uğraşırken ve bunlarla baş edebilmek için el ele vermemiz ,omuz omuza çarpışmamız gerekirken, bir metre bez için, saç teli, kıl tüy derken aramıza nifak sokarak bizi karşı karşıya getirdiler..kadını kadına kırdırıyorlar…sırf siyasi çıkarları için.
Hanımlar bu konu birkaç sayfaya sığmaz. Sözün özü şu; bugün siyasilerin oy toplamaları, kendilerini emniyete almaları, daha iyi koşullarda yaşamaları için, seçim zamanları sizi ev ev dolaştırıp, ellerinize kolilerle erzak, torbalarla kömür verip sırtınızı sıvazlayanlar, işleri bittiğinde size hemen arkalarını dönüp giderler…bunların sizi türban üzerinden kullanmalarına izin verirseniz, yarın çarşafa girmeye, peçe takmaya, dört duvar içinde çocuk doğurup hamur yoğurmaya ve üzerinize getirilecek üç kumaya razı olmak zorunda kalırsınız..Kimseye de şikayet etmeye hakkınız olmaz!... Kendinizi düşünmüyorsanız, yarın doğacak kız çocuklarınızı düşünün!..Onları yanlış tercihlerinizle karanlığa sürüklemeyin!... Kendi kuyunuzu kazmayın!...Ne demişler “insanın kendine yaptığı kötülüğü kimse yapamaz” siz bunlardan olmayın lütfen!...Son pişmanlık fayda etmez!…
Kıssadan hisse:
Size olabildiğince kısaltarak bir öykü anlatacağım. Bunu aylar önce bizzat yaşamıştım. Şimdi anlatmanın tam sırası diye düşünüyorum…
Dört hanım, Anadolu yakasından Avrupa yakasına geçmeye çalışıyoruz. Bir taksi-dolmuşun içindeyiz. Hava yağmurlu, bunun içinde müthiş bir trafik var.Milim milim ilerliyoruz ve aramızda bir sohbet başlıyor.
Genç, temiz giyimli bir şoför direksiyonda.
Şoförün yanında oturan hanım bize dönüp “ gözlerime inanamıyorum.ne olmuş bu İstanbul ? ” Diyor.
Ben de “evet!... her geçen gün trafik biraz daha artıyor” diyince
“Haklısınız ama ben trafikten söz etmiyorum. 40 yıllıdır Almanya’da yaşıyorum .Üç beş yılda bir de memlekete gelirim ama, hiç bu kadar türbanlıyı bir arada görmedim.” Diyince
“Haklısınız…herkes gider mersine, biz gidiyoruz tersine” diyorum.
Hanım koyu bir Atatürkçü…”Ah Atatürk, iyi ki bu günleri görmedi. Bu günleri görseydi bir kez daha ölürdü” diyor.
Biz bu minval üzere sohbet ederken, genç şoförümüz söze karışıyor ve “ hanımefendi türbanlıları eleştiriyorsunuz ama, şu mini eteklilere ne demeli?. Her tarafları ortada geziniyorlar hoş mu? Benim genç bir erkek olarak, onları görünce nefsim kabarıyor” diyince, tüylerim diken diken oluyor ve ;
“Sen ne diyorsun kardeşim. Hem şoförlük yapıyorsun, hem de kısa etekli hanımlara hiç de iyi gözle bakmıyorsun. Bunlar senin müşterin değil mi? Bizde kızlarımıza aman geç kalırsanız dolmuşa falan binmeyin. Bir taksiye atlayıp gelin daha güvenli diyoruz. Seni duyunca bu fikrimin hiç doğru olmadığını düşünmeye başladım” diyorum.
Hava elektrikleniyor. O sırada yanımda oturan genç kızlardan birisi kulağıma eğilip “hanımefendi şoförü kızdırmayın! Bizi arabadan atarsa bu havada takside bulamayız” diyince gülmem geliyor.O da kendi açısından haklı işe yetişecek acele ediyor. Ona “merak etme atamaz.”dedikten sonra, temiz pak giyinmiş, traşlı şoföre dönüp, sizin tahsilinizi sorabilir miyim “ diyince.
“İmam Hatipliyim. Bir itirazınız mı var? “ diyor.
“Hayır tahsilinize değil, düşüncenize ve kafa yapınıza itirazım var.Bu kadar genç birisinin böyle düşünmesine şaşırdım.” Diyorum..
Öndeki hanım da, “giderek umudumu kaybediyorum .Baksanıza hiç ummadığımız bu genç adamda neler düşünüyor. Böyle giderse yakında cüppeli, sarıklı, tespihli adamları yollarda görünce şaşırmayalım. Ben kesin dönüş yapmak istiyordum ama, şimdi kesin olarak asla bu ülkeye dönmeme kararı aldım.” Diyor. Bu arada Taksim Meydanına geliyoruz.Acı bir frenle duran şoför ”geldik inin !..” diyor.
Hepimiz arabadan teker teker iniyoruz.
Şoför hareket etmeden önce, bize son darbesini indiriyor ve “ hanımefendi söylediğiniz çok doğru.Bir gün inşallah, ben de sarık takıp, cüppe giyerek dolaşacağım..Allah bana sarık takmayı nasip etsin” diyince, önde oturan hanım, arabanın kapısını açıp, şoföre doğru başını uzatarak “ A oğlum senin kafan yok ki, sarığı nereye takacaksın?..” diyor…
Şoför hiç beklemediği bu söz üzerine gaza basıp, tozu dumana katarak ve muhtemelen bize küfürler savurarak gidiyor.
Taksim Meydanında dört kadın kala kalıyoruz. İki genç hanım “ sizler çok haklısınız, bizde bu durumdan şikayetçiyiz ama, elimizden bir şey gelmez, “Diyip ayrılırken biz hanımla, Atatürk Kültür Merkezine doğru konuşa konuşa ve içimizde giderek artan umutsuzlukla ilerliyoruz.
Umutlarınızın hiç tükenmemesi dileğiyle…sevgiyle kalın
ÖZCAN KANDEMİR
YAZARA E-POSTA GÖNDER