KÜLTÜR-SANAT

Serra Yılmaz'la

Serra Yılmaz’la sinema, oyunculuk ve İtalya üzerine sohbet ettik…
 
   
 
 
     
Şu anda İtalya’da bir dizi çalışmanız var. Nasıl bir dizi?
Hoş bir dizi. Mediaset’in. Oyuncular ve kadro iyi. Mart’tan itibaren yayınlanacak.

Dizi sevgisi var mı orada da, buradaki gibi?
Dizi seviliyor ama bizdeki kadar değil. Şöyle bir fark var. 6 bölümlük bir dizide oynuyorum ben. Ta temmuzdan beri çekiyorlar. Haftada 5 gün çalışıyoruz. 6 bölüm için neredeyse 6 aydır çalışıyoruz. Yönetmen sinema kökenli. Benim oynadığım rol çok beğenildi ekip tarafından. Uzadı, artı çekimlere gidiyorum haftaya.

“Vanilya ve Çikolata”nın ekibine katılmanız nasıl oldu?
Bu filmin uyarlandığı roman bir bestseller. Yönetmen Ciro Ippolito çok hoş bir insan. Daha önce sinema filmleri çekip epey bir ara vermiş. O aradan sonra yaptığı ilk film bu. Beni bu filme isteyişi çok matraktı. Ben onu görmeye gittiğimde saçlarım platin sarıydı. “Karşı Pencere”den sonra maviye dönme aşamasındaydım. Üzerimde de kot ve şifon bir tünik… “Sen küçücük bir kız çocuk gibisin” dedi ve “Sana hangi rolü teklif edeceğimi anladın mı?” diye sordu. Ben de “Okudum, senaryoda kendime göre bir rol göremedim” dedim. “Anneanneyi oynayacaksın”, “Ama sen küçük bir kız gibisin” dedi. “Yok” dedim, “ben 49 yaşındayım.” “Ne yazar? Çocuk gibi hareket ediyorsun. Ama seni bu rol için istiyorum” dedi. İnad etti, makyör, kuaför, kendisi ve ben, İtalya’da çok ünlü bir perukçu olan Rochetti ile 2–3 saat geçirdik. Kafama peruklar giriyor, çıkıyor. O ne istediğini çok iyi biliyordu. Doğru yanlış o ayrı, ama ne istediğini çok iyi biliyordu. Sonunda istediği peruğu ısmarladı. O peruğu takabilmem için alnımdan yarım santim kazıdık. Alnım dar ya, o peruklar tüllü. İnce bir tülle bitiyor. Yer kazanmak için. O ısrarla bana bu rolü oynattı. Benim de hoşuma gitti. Bir yönetmenin o ısrarla sizi istemesi büyük bir hediye. Çok da şeker bir insan. Çekim sırasında da, çekim sonrasında da hakikaten çok şeker bir insandı.

Son yıllarda Türkiye’ye gelen İtalyan filmleri hep evlilik üzerine nedense.
Buraya gelenler genelde daha fazla iş yapanlar. Daha fazla iş yapanların büyük çoğunluğu da ilişkiler üzerine. Dünyanın her yerinde çift ilişkisi en zengin malzeme kaynaklarından biri. Herkesin ilişkilerinde sorunu olduğundan, o konuda yapılanlar her daim seviliyor.

İtalyan sinemasının burada görmediğimiz cazip örnekleri oluyor mu?
Çok parlak olmamakla birlikte güzel şeyler var. Geçtiğimiz 2 ay içinde sürekli sinemaya gittim. Genelde İtalyan filmlerini seyrettim. “Nemmeno In Destino” iki genç çocuğun hikayesiydi. Güzel bir filmdi. “L’amore Ritrovato”da Stefano Accorsi oynuyor. Bir de Maya Sansa var, o çok oynuyor şu ara. Baştan sona seyrediliyordu. İyi bir film değil ama iki baş oyuncu da mükemmellerdi. Benim şu anda dizide birlikte oynadığım Neri Marcore’nin filmi çıktı. “Se Devo Essere Sincera”, bir komedi. Standupçı bir kadın başrolde. Ekranda tahammül edemedim. Sinema o tür bir abartıyı kaldırmıyor bence. Stand up yapması gerek. İyi bir standupçı ile üstüste skeç çekerek sinema olmuyor.

“Vanilya ve Çikolata”nın setinden aklınızda nasıl bir atmosfer kaldı?
Rolüm çok ufaktı. Sadece 5 gündü işim. Keyifli bir setti. Set işçilerinden bir kısmı, mesela sesçi, daha önce de birlikte çalıştığım insanlardı. Yalnız hava aşırı sıcaktı. Tabut sahnesinden kalktığımda sırılsıklamdım.

Nerede yapıldı çekimler?
Roma’nın içinde Monteverde diye bir mahallede. O yörede villalar vardır. Orada bir villada yapıldı. O tür villaları çok kiralıyorlar. Dizi için de 1 ay boyunca Roma’nın kuzeydoğusunda bir villada çekim yaptık.

Kimlerle sahneleriniz vardı?
Küçük Pepe ve kızımla sahnem var. Kızımın sevgilisiyle var. Mariz Grazia çok hoş bir insan. Onunla doğrudan sahnem olmamakla birlikte birkaç kez beraber olduk. Çok şeker bir insan. Tabuta girmem gereken bir sahne vardı. Tabut hala İtalyanlar’ın hayal dünyasında korkulacak bir şey. Batıl itikatları olduğundan, çok çekiniyorlar. Ben güle oynaya tabuta gidiyorum, akılları almıyor. Kırkbin şey yapıyorlar kötü etkileri ortadan kaldırmak için.

Nasıldı tabutun içinde olmak?
Tabut aşırı sıcaktı. Sicilya’da 48 derece gördüm hayatımda ilk kez.

İtalya’ya gidişiniz nasıl oldu?
Ferzan’la oldu. Bir festivalde tanıştık. Sonra “Harem Suare”de birlikte çalıştık. Onunla çalışmam, başka işlerin yolunu açtı bana. Özellikle de “Cahil Periler” çok etkili oldu. Bir oyuncu olarak tamamen kendi deneyimime dayanarak söylüyorum bunu. Bugün beni yolda on kişi çeviriyorsa, dokuzu “Cahil Periler” nedeniyle. Halbuki “Karşı Pencere” çok ödül aldı. “Cahil Periler”e verilmeyen ödüllerin hepsi “Karşı Pencere”ye verildi. 11 dalda David di Donatello’ya aday oldu, altısını aldık. İnsanların gönlüne taht kuran film “Cahil Periler”. Çok severek seyrediyor insanlar. Üzerinden 4 yıl geçti ama hep “Cahil Periler”i söylüyorlar.

Üniversitede psikoloji okumuşsunuz. Oyunculuğa geçişiniz nasıl oldu?
Ben psikolojiyi bir meslek olarak icra etmeyeceğimi kısa zamanda anladım. Ama değiştiremedim, burslu öğrenciydim çünkü. Bizim üniversitede tiyatro kursları vardı. O serbest dersleri aldım. Hocam da çok iyiydi. Yönetmenler iyiydi. Psikolojiyi lisans düzeyinde bıraktım. Sonra da sınavla Dostlar’a girdim.

Bir ayağınızın İtalya’da olması nasıl bir bakış kazandırıyor size?
Ben zaten yapım nedeniyle sadece burada olmazdım. Yaptığım diğer yan iş gereği sürekli yolculuk yapan bir insanım. Ben hiçbir zaman sadece burada olup, buranın gözüyle bakan bir insan olmadım. Orada çalışma koşulları farklı. Ama gündelik hayat düzeyinde İstanbul’da sokağa çıktığımda beni sinirlendiren ne varsa, onların hepsi İtalya’da da var. Benim için cazip olan, bir dönem orada, bir dönem burada yaşamak. İtalya ve Fransa benim çocukluğumdan beri kültürüyle yoğrulduğum ülkeler. Ama Fransa’da veya İtalya’da kalmayı seçmedim. “Cahil Periler”in başarısıyla biraz dişimi sıkarak kalabilirdim. Ama ben, aidiyet duygum çük güçlü olmamakla birlikte, kendimi İstanbul’a ait hissediyorum. 3 hafta sonra özlemeye başlıyorum. İstanbul’u bırakmak gibi bir niyetim yok.

Tiyatro sinemadan önce mi geliyor?
Sinema tiyatrodan sonra geliyor. Ben hiçbir zaman sinema oyuncusu olmayı hayal etmedim. Tiyatro oyuncusu olmak istedim. Sonra Atıf Yılmaz’ın teklifiyle başlayan sinema, tiyatronun çok önüne geçti. Sinemayı çok seviyorum. Çekimi çok seviyorum. Figürasyon düzeyinde oynadığım oldu, hala da oynarım. Hiç öyle bir derdim yok. Çok tipik bir oyuncu olduğumu düşünüyorum, mesleğimle olan ilişkim, mesleğime olan bakışım nedeniyle. Mesela ben Ferzan’ın son filminde oynamıyorum. Benim için bir rol vardı ama kesildi o bölüm. Bence de kesilmeliydi. Ferzan, “Başka istediğin rol var mı?” dedi. “Hayır,” dedim. Bence o beni istemeli. Benim istemem gerekmiyor. Ben öyle görüyorum. İlla orada olacağım diye bir şey yok. Ben o rolü istiyorum, ben o yönetmenle çalışmak istiyorum diye bir isteğim yok. Mesela şu anda bir kişi var beni çok ilgilendiren, Fransız bir kadın yönetmen Agnes Jaoui. Onunla tanışmak, bir şeyler tutarsa çalışmak isterim. Onun yazdıklarını ve çektiklerini kendime çok yakın hissediyorum ve çalışmalarında kendime bir yer olabilir diye düşünüyorum. Benim bu meslekte cazip gördüğüm, sizi bir yönetmenin istemesi. Aynen Ciro ile olduğu gibi. Bir yönetmenin sizi bir şekilde hayal edip, o biçime sokmak için mücadele edip çabalaması. Adamın düşünün gücü hoşuma gidiyor. Yoksa illa bir yerde olmak gibi bir derdim yok. Ya da kariyer hesabım yok. Gönlüm orayı çekiyorsa gidiyorum.

Film yönetme isteğiniz var mı?
Katiyen yok. Tiyatroda yönetmenlik yaparım, sinemada yapmam. Bence sette en keyiflisi oyuncu olmak. Yönetmenlik hiç bana göre değ
Favorilerinize ekleyinAnasayfaya dönPaylaşın
GÜNLÜK FALINIZ
HAVA DURUMU

REKLAM
reklam@cosmoturk.com

İLETİŞİM
cosmoeditor@cosmoturk.com

TEL: (0212) 280 07 00
FAX: (0212) 244 13 32

-->
>