KÖŞE YAZILARI | ADİL GÜRPINAR

Misafircilik Oyunu

Günbatımından hemen sonra ortalık kararacak ve ay geceyi yine gökyüzüne taşıyacak. (Adil Gürpınar)
 
   
 
 
     

Ortak Yazı Projesinin Orijinal Yazısıdır.

Günbatımından hemen sonra ortalık kararacak ve ay geceyi yine gökyüzüne taşıyacak. Şu gece lambasının yanmaya hazırlandığı soğuk vakitlerde cam kenarında bekleyen gözlerim yine seni arayacak. Ama yine gecikeceksin. Yine beni yalnızlık dolu hislere itip, sessiz bir odada öylece suskun suskun bekleteceksin. Kim bilir belki sert bir kahve yaparım kendime, nasılsa beklemiyorum ya seni! Belki de başımı koyarım yastığa, kapatır gözlerimi hesaplaşmalarla dolu bir uykuya dalarım.



Saatler ilerliyor ama yoksun hala ortalıklarda. Şansını zorladığın bir gece daha! Avucumun içinde tutmakta olduğum fincan bile soğumuşken içimdeki heves soğumaz mı? Ama beklemekten başka ne çare…

Ben ki, bazen yalnızlıktan korkan insan; koltuğa yayılmış, kendi ses tonumu unuttuğu anlarda sessizce düşünürken, şüphe dolu gözlerle yıllardır yaşadığım evden ansızın ürperirken bulurum kendimi. Bir serinlik kaplar odayı. Bacakların hisseder ilk önce o esintiyi. Sonra yavaş yavaş omuzlarına yükselir ve ensende bitiverir de sarar bedenini. Sanki içerideki odanın camı açıktır. Bir baksam mı diye düşünürken kilitleniyor vücudum. İşte bak yine oldu! Korkar oldum beklemekten, korkar oldum karanlığa adım atmaya. Ama mecbur gideceğim içeri.

Oturma odamdan mutfağa gidene kadar ışığını yakmadan ilerlediğim uzun koridorda sessiz adımlar atmakta bacaklarım. Hissediyorum dizlerimin ürperdiğini. Sanki omzumun arkasında birisinin serinliği var. Acele etmeliyim, bir an önce mutfağın ışığını yakmalıyım. Elim bir telaş gidiyor düğmeye. İşte şimdi mutfakta ve aydınlıktayım. Ah lanet şey! Nasıl da vurdu kalbim? Bak arkana, kimsecikler yok ve dahası sen de yoksun, sana içimden pislik diyesim geliyor! Duydun mu beni?

Yok, olmayacak böyle! Yatsam, uyusam daha iyi sanki, belki ben uyurken gelirsin sessizce! Uykumdan bile uyanmam o zaman. Sokulsan da yanı başıma, dönmem o vakit sana. Ruhum bıktıysa, vücudum da bıkmadı mı senden? Neden artık yatağa uzandığımda sarmıyorsun beni? Neden soymuyorsun üzerimdekileri? Isınan vücudumun arsız isteklerini karşılamak artık bu kadar mı zor? Bu beden çok mu tanıdık geliyor sana? Ya da alışkanlık halini mi aldım? Oysa ki çıplaklığımı her gördüğünde ne büyük laflar sayardın. Sen yatağa oturmuştun ve ben çırılçıplak ayaktaydım. Sarılmıştın öylece bana. Saçlarını okşuyordum. Sonra başını hafifçe kaldırıp, gülümseyerek gözlerime bakmıştın. Hikâye anlatacağım sana, sevişmenin hikâyesini diye mırıldanmıştın. Hatırlıyorum o anı, ‘Song of the black lizard’ çalıyordu o gece. Bir siyah kedi gibi parmak uçlarınla bedenimin her kıvrımına dokunduğunda o piyanonun sesi aklıma geliyordu. Sanki şehvetli bir dans sahnesinin ortasındaydık ve başım zevkten dönerken kahkahalar atıyordum. Sense tenimi incitmeyen naif hareketlerinle sarıyordun beni. Dans bitince beni kucaklayıp, kulağıma fısıldamıştın usulca; “Hiç kimse bu kıymetli soğuk elmastan yapılma kalbe giremez. Değil bir melek, ne arzunun fısıltısı ne de bir adamın aşkı benim kalbime uzanabilir.” Bunu benim için demiştin o vakit. Ben bunu dile döken adamı istiyorum şimdi korkularımın arasında sıkışmış kalmışken. Peki, sen neredesin? Bir tarafını ısıtmaya çekindiğim bu yatakta yoksun.

Doğru ya, yapacak bir şey yok ne de olsa! Şimdi yalnızlığıma yan dönüp, sarınmalıyım yorganıma. Gözlerimse kapanır bir ara, karanlığa baka baka.



Söylesene neden benim koynumdasın? Bilmediğin duvarlar arasında, farklı bir yatakta neden bu gece başka bir tenin yanındasın? Benim isteklerim zaten baştan belli, ama sen neden içinde tutup da söyleyemediğin duygularını gözbebeklerine yansıtmaktasın? Sadece sevişmek değil senin aradığın, ya bir savaş var o yüzünün ardındaki ifadede ya da pişmanlıkla karışık bir hesaplaşma. Çarpıştığın şey elinden, kolundan bir türlü bağlayamadığın vicdanın mı yoksa? Öyle olsa bile bir sebebi olmalı mutlaka. Bana dokunuşundan belli yadırgıyor ellerin tenimi, başka bir vücutla olmanın verdiği bir tereddüt geziyor damarlarında. Lakin şu üstündeki çarşafı fırlatmak istese de ellerin, bir türlü çekip gidemiyorsun yanı başımdan.

Avucunu saran derin çizgileri hissediyor yanaklarım. Sonra omuzlarımdan aşağı siyah bir kedi gibi kıvrıldığını hissediyor sıcak bedenim. Her ne kadar ince davransan da sert bir adamsın sen. Bir başka kadına ait olmuşsun sen. Bıkkınlık mıdır seni bana getiren?

Söyle hadi! Sevişmekten çok bana bakışından, beni izleyişinden, hatta bende bir başka kadını görmenden belli içindeki soru işareti. Erkek dile getirmese de kadın anlar bunu. Yatacak kadar yakın olup da içindekini gizleyecek kadar yabancı olmak işte böyle bir şey olsa gerek.



Yabancı bir adreste, yabancı bir bedenleyim. Daha birkaç yıl öncesine kadar tek bir kadını tanrıça bildim. Ancak zaman hep aynı günü başa sardıkça, sokaklara karanlık bastıkça düşünceli adımlarımı hep sayar oldum. Evin yolunda kravatımı gevşetirken daha da düğümlenir oldum.

Sana nasıl anlatsam bilemiyorum. İçimde bir bezmişlik var, bunu hissedebiliyorum. Sense gözlerimin içine anlamlı anlamlı bakıp bunu sezinlemeye çalışıyorsun. Aslında senin de ondan bir farkın yok, sen de beni çözmeye uğraşıyorsun. Erkek oluşumun ikinci plana atılmasını sen de ister gibi bana bakıyorsun. Ellerim yüzünde geziyor. Yabancısı olduğum bu hatların sıcaklığı bambaşka. Bu beden tanıdık değil ki bana. Ama yüreğini desen, işte onu hiç merak etmiyorum, çünkü ettiğim zaman sahipleniliyorum.

Zaten ilk değilsin ki sen! Eskiden dans ettiğim kadının ağındaydım ben. Bir gece ‘Song of the black lizard’ çalıyordu. Aynı seninle olduğum gibi, siyah kedi misali parmak uçlarımla onun bedenini keşfediyordum. Her dokunuş o piyanonun sesi gibi başını döndürüyordu. Sert ve kalın kollarımla sarmıştım onun narin bedenini. Nasıl da zarifti kollarımdayken. Yüzündeki masumiyet dolu ifadeye bir türlü karşı koyamıyordum. Kusursuz bir girdap gibi içine çekiyordu beni.

Ben bu zarif kadını istiyorum yeniden. Her geçen gün erkeğini kaybetme korkusuyla beni boğan kadını değil. Belki de bu yüzden şimdi senin yanındayım. Ona haykıramadığım isyanımın habersiz kurbanısın, ben seçtim seni! Ama sabaha yalnız kalacaksın. Çünkü mecburum ona dönmeye. Çünkü biliyorum ki bekliyor beni sessizce. Sen bana ne kadar “Gitme!” desen de onun beni gözünü kırpmadan izleyişinden alıkoyamıyorum kendimi. Şimdi şafakla beraber gitme vakti.



Bilirim ki sabahın ilk ışıklarıyla girdin odamıza. Usulca yaklaşıp, kulağıma doğru mırıldandın; “Saçlarınla yüzünü gizlesen, yan yatışınla kendini perdelesen, o ince omzunu sığınak olarak seçsen… Yine de kopamıyorum senden.” dediğini duymadım zannetme, ama uyuyordum o saatte.

Sabahın aydınlığı odayı iyice aydınlatmakta. Sense yine yerde kıvrılmış, uykuya dalmışsın. Yanı başımdan ayrılmayan siyah bir kedi misali. Ama bu sefer bir gariplik var sende, çünkü geldiğinde bana dokunmaya bile cesaret edemedin.


ADİL GÜRPINAR
YAZARA E-POSTA GÖNDER

 

Diğer yazıları liste halinde görmek için tıklayın >

Favorilerinize ekleyinAnasayfaya dönPaylaşın
GÜNLÜK FALINIZ
HAVA DURUMU

REKLAM
reklam@cosmoturk.com

İLETİŞİM
cosmoeditor@cosmoturk.com

TEL: (0212) 280 07 00
FAX: (0212) 244 13 32

-->
>