Bugüne kadar dimdik ayakta duran Sultanahmet’teki Ayasofya Müzesi’nden gezime başlıyorum. Ayasofya, öyle bir yer ki, kapısından girdiğiniz anda her tarafından tarih kokan, gelenleri başka bir dünyaya götüren özel bir yapıt. Öyle bir yapıt ki nesiller boyunca dimdik ayakta durmakta…
Bizans döneminde Atrium denilen avlunun bulunduğu kapıdan içeriye giriyorum. İlk galeri çapraz tonoz örtülü dokuz birimli bir galeri. Buradan ikinci galeriye 5 kapı açılıyor. Tavanlarda sarı renkte parlayan mozaiklerin içerisinde altın kullanılmış. Duvarlar çeşitli ülkelerden ve Anadolu’nun çeşitli kentlerinden getirilmiş dalgalı mermer levhalarla kaplı. Ana salona girişte 9 kapı açılıyor. Ortadaki ana kapıya yalnız imparatora mahsus olduğundan ‘’İmparator Kapısı’’ adı verilmiş. Bu kapının üst kısmındaki duvarda 9. yüzyıldan kalma bir mozaik bulunmakta. Bu mozaikte ortada İsa, sağ madalyonda Cebrail, sol madalyonda Meryem Ana görülüyor. Sol alt kısımda görülen sakallı kişi ise Bizans İmparatorlarından VI. Leon’dur.
Ayasofya, 916 yıl boyunca kilise, 481 yıl da cami olarak hem Hıristiyanlığın, hem de Müslümanlığın hizmetinde bulunmuş. İlk yapıldığında Büyük Kilise (Megale Eleklesia) denilen bu yapıt, Kutsal Bilgelik’e (Sofia) adandığından Ayia Sofia olarak tanınır.
Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethinden sonra Ayasofya olarak anılmaya başlanır. Binanın adındaki ‘’Sofya’’ sözcüğü eski Yunancada ‘’Bilğelik’’ anlamındaki Sophos sözcüğünden gelmektedir. Ayasofya adı ‘’Kutsal Bilgelik’’ anlamına gelmektedir.
Ayasofya binası aynı yere üçüncü kez inşa edilen kilise olduğundan Üçüncü Ayasofya olarak bilinir. İlk kez İmparator Büyük Constantinus (M.S. 306-337) döneminde başlanılmış ve M.S. 360 yılında Constantinus’un oğlu II.Constantinus (M.S. 337-361) tarafından bitirilmiştir. Bu yapı M.S. 404 yılında imparator Arcadius’a karşı ayaklanan halk tarafından yakılmıştır. M.S. 532 yılında Nika isyanında bu yapı da yakılmıştır. Nika isyanından sonra imparator Justinianus , önceki yapılardan çok daha görkemli bir kilisenin yapılması emrini vermiş. Üçüncü Ayasofya, Miletos’tan (Milet) gelen İsidoros ve Tralles’den (Aydın) Anthemios adlı iki mimar tarafından yapımına 23 Şubat 532’de başlanan ve kısa bir sürede bitirilerek 27 Aralık 537’de ibadete açılmıştır. Burası, yüksek ve geniş kubbesiyle Cosmos’un (Evren) sembolü sayılıyor. Ayasofya’nın alanı 7000 m2, kubbe yüksekliği 56,60 m. ve kubbe çapı 32,50 m. dir. İnşa malzemesi olarak imparatorluğun çeşitli yerlerinden getirilen mermerler kullanılmıştır. Ana kubbe ustalıkla kemerler ve yarım kubbeler üzerine oturtulmuştur.
İç mekandaki sol tarafta bulunan dilek sütunu bronz levhalar ile kaplıdır. Ortası oyulmuş olan bu sütun halk tarafından şifa özelliğinin olduğu söylentisinden dolayı insanlar parmaklarını sütundaki bu oyuğa sokup saat yönünde tam bir tur döndürerek dilek tutmaktalar ve ıslanan parmaklarını hastalığı hissettikleri yerin üzerine sürdüklerinde iyileşeceklerini inanmışlardır. İç mekanda bizi çepeçevre karşılayan ise karşımıza dönemin ünlü hattatlarından olan Kazasker Mustafa İzzet Efendi tarafından yazılmış olan 7,5 m. çapındaki yuvarlak hat levhaları vardır.
Allah (c.c.),Hz.Muhammet (s.a.v.), Hz.Ebubekir, Hz.Ömer, Hz.Osman, Hz.Ali ile Hz.Muhammed’in (s.a.v.) torunları olan Hz.Osman ve Hz.Hüsey’inin isimleri kenevirden yapılmış yeşil zemin üzerine altın yaldız ile yazılmış ve 8 adettir. Aynı hattat kubbenin ortasına ise Nur Suresinin 35. Ayetini yazmıştır. Mihrabın arkasında , duvardan duvara boydan boya saran celi sülüs hat ile Bakara Suresinin 255. ayeti Ayetel Kürsi yazılıdır.
Fatih Sultan Mehmet tarafından 1453’de İstanbul’un alınışının ardından Ayasofya camiye dönüştürülmüş ve 1 Haziran i453 Cuma günü ilk cuma namazı kılınmıştır. Burada bulunan mozaiklerdeki insan figürleri tahrip edilmemiş, ince bir sıva ile kapanmış ve yüzyıllarca doğal ve yapay tahribatlardan kurtulabilmiştir. Bizans çağının son bölümlerinde tamamen bakımsız kalan yapı onarılmaya ve cami olarak gerekli eklerin yapımına başlanmıştır. Osmanlı padişahları yapıya gerekli her türlü özeni göstermişlerdir. Mimar Sinan’ın ustaca eklediği payandaların yapının günümüze ulaşmasına katkısı olmuştur.
1847 yılında Sultan Abdülmecid’in (1839-1861) emriyle Ayasofya’nın geniş çaplı onarımı İsviçre’li mimar G.T.Fossati ve kardeşi Guisseppe Fossati tarafından, daha önceleri yapılmış olan mozaikler temizlenmiş, çizimleri yapılarak tekrar kapatılmıştır.
Günümüzde görünen Ayasofya mozaiklerinin üzeri ilk kez 1932 yılında Amerika Bizans Enstitüsü adına Thomas Whittemore (1871-1950) tarafından yeniden açılmış ve bazıları sıvalardan temizlenmiş olmakla beraber bir kısmı sıva altında bırakılmıştır.
24 Kasım 1934 de Mustafa Kemal Atatürk’ün önerisiyle Bakanlar Kurulu Kararı ile Ayasofya camii müzeye dönüştürülerek 1 Şubat 1935 de ziyarete açılmıştır.
Yukarıda kısaca bahsettiğim Ayasofya anlatılacak, yazılacak bir yer değil, görülerek tüm duygularınızla yaşanacak bir yer. Tarihi buram buram kokan, ben varım ve varolacağım der gibi dimdik ayakta duruyor. Her gelen nesile kendisini gösteriyor. Bizlere adeta ders veriyor.
Sizler de Ayasofya gibi dim dik ayakta sağlıcaklı kalın.
Cengiz Babaeren
cengizbabaeren@cosmoturk.com
CENGİZ BABAEREN
YAZARA E-POSTA GÖNDER