Sadece beş gün daha izleyebileceğim güneşin üzerine battığı denizin görüntüsünü bir kenara itip kendi vücudumu izliyorum. Üzerime boca ettiğim sinek ilacının etki edip etmediğini gözlemliyorum. Bir sivrisinek geliyor, bacağıma konuyor, konamıyor, konamıyor, konuyor, konamıyor. İlacın gerçekten etkili olduğunu ve insanlar için olanının icat edilmesinin ne kadar gerekli olduğunu düşünüyorum.
Hava kararırken eskiden hasırdan bir örtüyle kaplı yerin şimdi arta kalan iskeleti de, karşıdaki tepeler ve uyuyan güzel adası ile birlikte gitgide gözden kayboluyor. Önümden minik bir kurbağa geçiyor. Önce sola doğru güllerin arasına, şimdi de sağa, kumsala yönelerek zıplıyor. Şimdi yine sola. Yönünü bulamıyor.
Gitmek istediği bir yer olmayabilir.
Onunla aramdaki benzerliği hemen fark ediyorum.
Şimdi güneş kırmızı, deniz gri ama bulutların da bembeyaz olmasını istiyorum.
**
Aslında burada yazmama engel olacak her şey var. Geçmiş yıllarda yürüdüğüm yolları yürüyor, yüzdüğüm denizleri yüzüyor, gördüğüm bazı insanları tekrar görüyor, hissettiğim duyguları yeniden yaşıyorum. Ne zaman kalemi elime alıp burada olan biteni yazmaya çalışsam, geçmişin yoğun baskısı her zaman yolumu kesti. Birden bire geçmiş zamanların geçmiş insanı oluveriyorum. Her yaşadığımı bir bir yeniden yaşıyorum. Yıllardır aynı yolları yürümenin insanda yarattığı etkinin tarifini tam anlamıyla kavrayamıyorum ve bu duyguyu cümle haline getiremiyorum. Yoğun bir his; ama bunu sadece ben algılayabiliyorum. Ya da benden başkasının algılamasına izin vermiyorum.
Geçen yıllardan farklı olarak sadece bazı insanlar değişiyor. Bazıları gidiyor, yenileri geliyor. Bazı gitmesini istemediklerim gidiyor, tahammül edemediğim bazıları ise hep oldukları yerdeler. Gitmesini istemediklerimden de gitmeyenler oluyor ama bu süreçte birileri illa ki gidiyor. İçilen kahveler, konuşulan sözcükler aynı. Tek değişen; kahveyi içen, sözcükleri söyleyen ağızlar ve birilerinin hep gitme halinde olması.
**
Karşımda M. oturuyor. Birkaç zaman önce aldatıp terk ettiği kız arkadaşının karşı masasında olduğunu fark ediyor. Onu bütün gece izledim. Ne kadar zavallı oluşunu. Sohbete katılırmış gibi davranıp arada karşı masaya bakışını. O bakışının altındaki ezikliği fark etmeyişini. Gülme halindeyken, gözleri masaya gittiği andaki gülüşünün donuklaşmasını.
Oturduğu yeri değiştirme peşine düşüyor. Bu pişmanlık hissinin ağır baskısı, onu olduğu yerde huzursuz ediyor. Olması gerektiği yerde duramıyor. Daha evvel de olması gerektiği yerde duramadığı için olmamış mıydı tüm bu maskaralığa neden olan şey. İnsan hep daha fazlasını istedikçe de olmaya devam etmeyecek miydi.
Yok, katiyen sabit duramıyor.
Birkaç hafta önce nasıl da aynı durumu yaşamıştın. Karşında insanlıktan çıkacak kadar gülünç duruma düşen birine, aslında içinde acıma hissi barındıran gülümsemeyle nasıl bakmıştın. Üzerinden yıl geçse bile aynı ezikliğe bürünebiliyor demek insan. İşte şimdi yine, üç-dört hafta önce yaşadığın intikam duygusunun verdiği memnuniyeti, karşı masadaki kızın yaşadığını ve M.’nin çaresizce kıvrandığını görüyorsun. Kimseden intikam almak istemiyorsun. Kimseden bir şey almak istemiyorsun. Kimsenin aslında o duruma düşmesini istemiyorsun. Geçmiş zamanlarda bir şey sandığın kişilerin sana hayretler içinde kahkaha attıracak hale gelebildiklerine inanamıyorsun.
Aldatmak gibi bir durumu bir insana yaşatan birinin daha soğukkanlı ve ardına dönüp bakmayacak biri olamamasını kabul edemiyorsun.
**
Saat 10.18
İki kocaman mavi göz bakıyor bana. Yeşil de olabilir. Bakmakla kalmıyor, görüyor gibi de sanki. Sonraki üç gün boyunca da hep bakacak. Görecek de. Görmeyi sevecek belki. Hayır. Sevmeye fırsatı olmayacak. Kendi derdine yanacak. Serin bir akşamüstü, ağaçların dalları rüzgarla birlikte uçarken ardına bakarak uzaklaşacak. Gözler arkada kalacak.
**
Saat 14.34
İki göze daha yakından bakmak üzere bir adım atıyorum. Bir adım, sonra bir adım. Dur. Bir adım daha, sol bacak. Denge, sağ bacak, bir adım daha. Ben oradayım, orada değilim. Orada olmak için düşünmeye gerek yok. Orada olduğumda ise iki gözün rengini bile görmüyorum. Görmeyi unutuyorum. Mavi mi yeşil mi kararsızlığını sonuca ulaştıramıyorum. Sadece orada olabilmenin verdiği mutluluk ile görmeyi unutuyorum. Sonraki üç gün boyunca hep unutacağım. Geriye kaç gün kaldığını, pişmanlıklarını gözümün önünde yaşayıp beni güldürenleri, yıllar boyu sözler verip verip tutmayanları, sorumluluk kelimesine takılıp delirme aşamasına gelenleri, isteyerek veya istemeyerek kötü davrandığım insanların anlam veremediğim, mide bulandırıcı, aşırı ilgilerini, her şeyi unutuyorum, unuttuğumu fark ediyorum.
**
Hava kararırken altında oturduğum ağaç dahil etraftaki bütün ağaçların yapraklarının rüzgarla birlikte birbirine çarpmasıyla ortaya bir hoş geldin melodisi çıkıyor. Oturmuş gidişini izliyorum. Gider bir halde, oysaki bana doğru geliyor. İki gözü ile birlikte.
Önümden minik bir kurbağa geçiyor. Önce sola, ona doğru zıplıyor. Şimdi de sağa, sahile doğru, dalgalara kavuşmak istiyor. Gitmek istediği yerden emin olmayabilir.
Onunla aramdaki benzerliğin nedenini düşünürken iki gözün yavaşça kaybolduğunu fark ediyorum. Bana doğru gidiyorlar. Ağaçların yapraklarının çaldığı melodinin sesi yükseliyor.
Şimdi güneş kırmızı, deniz gri. Bulutların renginin mavi mi, yoksa yeşil mi olmasını istediğimi ise bir türlü kestiremiyorum.
. .
Çalıyor; Fikret Kızılok & Bülent Ortaçgil - Düşler
http://twitter.com/demetozge
http://8tracks.com/doa
DEMET ÖZGE AYKAN
YAZARA E-POSTA GÖNDER