TREN YOLU
Bir kaç gündür ev resmen dar geliyor bana. Hele evin en küçük odasına laik görülen bendenizin 100 çift ayakkabıyla aynı odada nefes almaya çalışması çok güç oluyor. Ayakkabılarımı havalansınlar diye ortalığa çıkardım da kaç gündür geri koyamıyorum. Bu aralar zaten nefes almaya bile üşenir oldum. Üşengeçlik diyorum ama aslında işin aslı bambaşka. Şu an için dillendirip kafamı karıştırmak istemiyorum ancak, umarım her şey gönlümce olur çünkü bu kadar olumlu ve iyi niyetliyken üzülmeyi hak ettiğimi düşünmüyorum.
Neyse, tüm bu kişisel karmaşıklıklar içerisinde olan Kediniz dün doktoradan arkadaşı Hilal’e gitmeye karar verdi. Hilal Tuzla’da oturuyor ve açıkçası biraz! uzak olduğundan dolayı gitmeye üşeniyordum. Tabii ki de moral bozuk olunca en uzak yol bile düşüncelerinizi toparlamak için iyi gelir. İşten çıkıp, on dakika yürüdükten sonra Erenköy tren istasyonuna ulaştım. Dikkat ettiniz mi bilmiyorum, ancak bu tren istasyonları hala yeşil olan nadir yerlerden biriler. İşin komiği üzerimde sadece 1.5 tl para vardı ve o kadar bezmişim ki, para çekmeye bile gitmedim.Tuzlaya kadar trenle yolculuk da zaten sadece 1.50 tl’miş. Yaklaşık bir on dakika kemiklerimi güneşte ısıttıktan ve beynimdeki düşünceleri ve hüznümü kovalamaya çalıştıktan sonra, “ben güçlüyüm, ben iyim, ben akıllıyım, ben güzelim ve ben elimden geleni yaptım gerisi ondan gelecek” düşünceleri eşliğinde gelen trene bindim. Hayalimde boş koltukları olan bir tren vardı ancak toplu taşıma araçlarından uzakta yaşayan bendeniz bu konuda hayal kırıklığı yaşadı. Baya kalabalıktı ve tabii ki de yolun bir kısmında ayakta yolculuk yapmam gerekti.
Gideceğim yere kadar 15 ‘ten fazla durak vardı. İş çıkışı yorgun olduğum için de pek sağıma soluma bakınmadım, sadece arada bir çalmayan, mesaj gelmeyen telefonuma bakındım. 40 dakikadan sonra Tuzla istasyonuna inmiştim işte ve karşımda Hilal ile Gökçer vardı. İkisini de zayıflamış gördüm ve kıskandım. Bilirsiniz zaten her şeyi kıskanabilen ama kıskanırken bir bu kadar sevebilen biriyimdir.
Eve kadar yürüdüğümüz yol bana inanılmaz uzun geldi. Evleri Tuzla’nın şirin bir sitesinde, üstelik havuzu da var. Hatta yetmiyormuş gibi, evin bazı odaları direk havuza bakıyor. Havuzun etrafında bakımlı çim alanları var ve kendinizi yazlıkta hissettiriyor. Bir sürü sesin içerisinde huzurlu olduğunuzu düşünün. Gecenin dokuzunda bile havuza giren çocuklar vardı ama inanılmaz huzurluydu. Hilal biber dolması, bulgur pilavı ve yoğurt çorbası yapmıştı, sonra salata hazırladı yedik hep birlikte. Arada böyle huzur dolu kaçışlar, bu aralar fırtınaları barındıran ruhuma ilaç gibi geliyor. Aralıkta Gökçer askere gidince benim ikinci adresim onların evi olacak, sevdim bu fikri.
Sabah yeniden tren ile dönüş yolundaydım. Akşam geldiğimizde mesafe çok uzak gibi geldiğinden, sabah da yanlış gittim. Bir türlü istasyona varamayınca, elinde topu olan, bizim Selenay’ın yaşlarında bir veletten yardım istedim. O da “biliyorum ben” sevinciyle beni alıp istasyona götürdü. Veletimiz berberde çalışıyormuş, ense ve sakal kesmeyi öğrenmiş ama sakalı yavaş kesiyormuş. Perşembe günleri izinliymiş, ve haftalık aldığı 20 milyonun 5′ini Hayat Sitesindeki havuza veriyormuş. Yolun sonuna geldiğimizde, Hilalin de o sitede oturduğunu söyledim ve Perşembe günü Hilal’i bulmasını söyledim. Böylece bana yaptığı iyiliğin karşılığında bedava havuz sefası yapabilecek. Çantamda kalem ve kağıt olmadığı için bir fişin arkasına göz kalemimle yazdım, umarım okuyabilir ve umarım gider…Teşekkürler küçük berber:)
Sabah treni beklemek durumunda kalmadım hemencecik koltuğuma bile kuruldum. Oturarak gitme şansını yakaladığım için de, tüm durakları, evleri, sokakları,ağaçları gözlemleyebildim. Onlara baktıkça aklıma çocukluğum geçti. Yaz tatillerinde, babama gidebilmek için trene binerdim. Gündüz yapılan yolculuklara bayılırdım ama çoğu zaman gece seyahat ederdik. Bundan dolayı o yolculuklardan tek hatırladığım, istasyonlarda uyuyakaldığım ve trenin beşik gibi salladığıdır. Ayrıca trene binmek benim için babaya, babaanneye, dedeye ve tatile kavuşmak demekti. Bunları hatırladım işte bu sabah.
Erenköy durağına yaklaştıkça da, acısıyla, tatlısıyla hayatın çok güzel olduğunu kavradım bir kez daha.. Olaylar ve insanlar bizi üzse de, özümüzde saklı duran insan olarak yaşamalı, inadına iyi olmalı, inadına sevmeli ve inadına sahiplenmeli. Varsın karşı taraf düşünsün davranışlarını. Varsa bir hatası ,eksiği ve görüp düzeliyorsa , o insan da iyi insandır zaten. Bir insanı sevmek, sahiplenmek ve ilgi göstermek kötü olmamalı…Bunu yaptığında o insan senden uzaklaşıyorsa kendi bileceği iştir, sen yalnızca kalbini açık bırak. Elbet bir gün değerini anlayacak biri çıkar, veya o insan değerini anlar….
Daha fazlası için,
Gabriela Oana Olaru
gabrielaolaru@hotmail.com
www.gabrielaolaru.com
GABRIELA OLARU
YAZARA E-POSTA GÖNDER