Düşünüyorum Öyleyse Varım!
Sevgili dostlar,
Bugünden itibaren ‘cosmo’ ailesine bende katıldım. Öncelikle sevgili Cenk Babaeren’e beni sizlerle buluşturduğu için çok teşekkür ediyor ve yakında birçok kişinin kendi günlüklerinin yanında bir başucu kitabı olmaya aday ‘Bir Erkeğin Güncesi’ adlı kitabı için kalemine ve yüreğine sağlık diyorum. Bu arada eğer samimiyet sigortalanacak olsaydı sanıyorum Cenk en başta samimiyetini sigortalatmalıydı. Kitabında senin gibi çok samimi olmuş Cenk. Keşke herkes senin kadar kendisiyle yüzleşebilse tabii yaşadıklarıyla da.
Böylesine çok okunan ve bu kadar popüler olan bir sitede yazmam birileri tarafından eleştirilebilir. Ben popüler olmakla suçlanabilirim. Popüler olmak suçmuş gibi(!) Ya da üniversite de felsefe ve sosyoloji derslerini okuduğumu bilenler hatta benim Marx’a Adorno’ya ihanet ettiğimi düşünebilirler.
Ancak ne var ki herkes aslında bunu istiyor ama söylemeye geldiğinde utanıp sıkılıyorlar ve usta Doğan Cüceloğlu’nun kitabındaki gibi ‘mış’ gibi yapıyor herkes. Aslında herkeste bir tanınma ve kendini sahneye atma merakı.
Özellikle uzun yıllar yaşadığım Londra’dan 1 yıl önce Türkiye’ye kesin dönüş yaptığım sıralarda herkesin kendini ortalıkta gösterme ve şöhret olma merakı doğrusu beni çok şaşırttı. Herkes kendini sahneye atıyor. Oradan oraya bir yerlerde gezip dolaşıyorlar. Her yerde onların isimleri ve resimleri var. Sonra neredeyse bilmesem ‘exhibisionism’ yani ‘teşhircilik’ bulaşıcı mıydı? Diye düşüneceğim.
‘Kim bunlar? Ne iş yapıyorlar?’ diye soruyorum etrafımdakilere. Yani hepsi ünlü bu ortalıktakilerin ama niye ne iş yaptıklarını kimse bilmiyor? Aldığım cevaplar ilginç. Aaa sen onu tanımıyor musun? O şunun kardeşi, bunun arkadaşı diyorlar gayet kanıksamış ve kabullenmiş bir ses tonuyla. Aniden utanıyor sıkılıyorum. Sanki İstiklal Marşı’nın ikinci satırında takılmışçasına yüzüm kızarıyor ve bir daha tanımadığım kişilerin kimler olduğunu sormamaya özen gösteriyorum. Sonra düşünüyorum sormazsam öğrenemem diye. Ardından da bu köpük şöhretlerin isimlerini öğrenmesem ne olur ki diye geçiyor aklımdan. Demek ki bunlar bir şey yapıyorlar ki bu kadar kişi bunları izliyor ve hepsine talep var diye mantıklıymış süsü verdiğim bir açıklama bulmaya çalışıyorum. Yine bıkmadan usanmadan soruyorum kendime tüm bunlara gerçekten; talep var mı? Diye.
Yok, kararlıyım irdelemeden olmaz. Sonunda nedenlerini tek tek bulacağım diye karar alıyorum ve başlıyorum bir psikoterapist olarak tüm bunları irdelemeye. Bu toplum nasıl bu hale geldi, neler oldu? Diye. Aniden hayatımın pişmanlığı olan programına katıldığım Esra Ceyhan Ablam aklıma geliyor. Reyting ölçme cihazına endeksli suni mimiklerini ve el kol hareketlerini düşünüyorum Esra ablamın. Ya Esra abla bana yine sorarsa yaptığım etik mi diye. Karşıma Profesör Kerem Doksat’ı dikerse birde bunun etik olmadığını Kerem Hoca onaylarsa ne yaparım? Onlara göre bir psikoterapist olarak toplumda olanları irdeleyemem. Çünkü Esra ablaya göre bu etik değil. Çünkü ben bu işin eğitimini aldım. Sadece bana para vererek seans için gelen danışanlarımın hayatlarını irdelememi uygun görüyorlar.
Acaba Esra ablayı arayıp izin mi alsam diyorum bu toplumu irdeleme girişimim için. Hatta ön lisans ve yüksek lisans diplomalarımı İngiltere’de okuduğum üniversite’ye geri iade edip Esra ablanın, üniversite diplomalarımı alana kadar yazdığım tezler ve araştırmalar ile ilgili izni yoktu. Siz bunları geri alan ben Esra ablamdan ve Kerem Doksat amca’dan onay alayım sonra o diplomaları hak ederim - mi? Diyeyim. Ne yapsam acaba?
Neyse bu kadar çok düşünmemeliyim. Ya aklıma bir şey olursa düşünsenize bana gelen danışanlarım ne yapar? Kendim için değil onlar için aklımı korumak adına bu detaylara fazla takılmamaya gayret ediyorum. Hay Allah! Mümkün mü bu? Diye yine düşünmeden edemiyorum. Yok, bu böyle olmayacak acaba gözlerimi kırpmadan tavana diksem nasıl olur? Düşündüğüm belli olmasın diye geçiyor aklımdan. Yok, canım öyle sürekli değil sadece düşündüğüm belli olursa ayıp olmasın diye tam derin bir şeyler düşüneceğim zamanlarda! Daha ‘tiki’ bir tabirle düşündüğümü ‘çaktırmamak’ için.
Tam o sırada aklımdan hemen yıllarca bizi yarış atı gibi koşturup, üniversiteye girebilmemiz için günün 18 saati düşünmemiz istenmedi mi? Sadece düşünmemiz mi birde test çözmemiz diye, düşünmeden yapamıyorum. Yani tüm o isteklendirme, çözülen testler okul bitene kadar mıydı? Oysaki üniversiteyi bitirip diplomalar alındıktan sonra yine vur patlasın çal oynasın şeklinde davranacaktıysak ne için kim içindi sabahlara kadar gözlerimiz şişene saçlarımız beyazlayana kadar ders çalışmamız?
Şşştt düşünmek yok ya da düşünsen bile düşünmüyormuşsun gibi yapacaksın diye aklıma Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinin bahçesindeki orjinali Rodin’e ait o meşhur düşünen adam heykeli aklıma geliyor. Al işte yine düşündüm. Elimde değil. Nasıl yapacağım?
Şu an bu aklımdan geçenleri bir danışanım bilse bana ne der? Eee ne olacak yani kendime de mi rol yapacağım? Diye soruyorum kendime.
Sonra psikolojideki o çok önemli bir teori beni bu karmaşadan kurtarıyor. O da ‘insanlar duygu ve düşüncelerini kontrol edemezler ancak davranışlarını kontrol etmek durumundadırlar’ gerçeği. İşte bu teori hayatın ta kendisi olan teorilerden sadece bir tanesi ve hayata dair önemli bir detay olma özelliğini taşıyor benim için. Tam yeri gelmişken bir an sizlerle paylaşmak istedim. Soru işaretlerinin çok yoğun olduğu bir yazı oldu.
Bundan böyle her hafta hayata dair gerçeklerle sizlerle birlikte olacağım. Okuduğunuz için gözlerinize sağlık.
Bu birkaç satırı okurken sizi biraz olsun düşündürebildiysem(!) ne mutlu bana.
Hoşçakalın.
Bu arada unutmayın her hoşçakal bir merhabadır aslında!
Çağatay Öztürk
Psikoterapist
oztuc@aol.com
ÇAĞATAY ÖZTÜRK
YAZARA E-POSTA GÖNDER