VARLIĞIMIN TADINI ÇIKARAMAYANLARI, YOKLUĞUMLA TERBİYE EDERİM!
Ben kimi zaman yazılarımı başlıklarından yola çıkarak yazarım. Üç, beş kelimelik bir cümle çok önemli anlamlar barındırır içinde benim için. Bazen saatlerce konuşsanız bile, kendinizi o bir tek cümledeki kadar anlamlı ve açık anlatamazsınız. Çoğu zaman yaşamda sizi hak etmeyen insanlar yaşamınızdan tıpkı birer yıldız gibi kayıp giderken, ya da siz onları gönüllü olarak göndermek istediğinizde pek anlayamazsınız. Algılayamazsınız bu gerçeği. Sorgulayamazsınızda açıkça. Hatta kendinizi suçlarsınız bir an. Acaba hata bende miydi? Yazık mı oldu? diye. Zaman geçtikçe anlarsınız aslında onların sizin varlığınızın tadını çıkaramadıklarını...
Önemlidir insanın karşısındakinin tadını çıkarmayı bilmesi. İlişkilerin anlamının bir anlamda da insanların birbirinin tadını çıkarmasıyla ilgili olduğunu düşünüyorum. Belki de kıymet bilmek ile eşdeğer bir duygu anlatmaya çalıştığım. İnsanlar bu duyguyu genelde ölüm ile karşı karşıya kaldıklarında daha iyi hatırlarlar.
Çok büyük sanatçılar, yazarlar, politikacılar ve daha birçok başarılı isim bu dünyadan çekip gittiklerinde çok daha kıymetli olurlar. Birden değer kazanırlar. Herkes onların ne kadar muhteşem kişiler olduğundan ve ne kadar önemli işlere imza attıklarından bahsederler. Ölümün, yalnızca ünlü düşünür Leo Buscaglia’nın dediği gibi tek güzel yanı, ‘herkesi eşit kılması’ değildir hiç şüphesiz. Biraz da böyle bir faydası vardır insanın yaşamında. Yani varlığının tadını çıkaramadığımız birçok kişi belki de ölümünün ardından ya da yaşarlarken yokluklarıyla bizi terbiye eder. Ancak ne var ki kimileri kendilerine o kadar odaklanmışlardır ki bu tür bir terbiye onlar için asla geçerli değildir. Onlar kendi gerçekleri etrafında dönüp dururken ‘empati’ kurmaktan yoksun bir şekilde yaşamlarını sürdürürler. Ne büyük bir fakirlik...
Bir psikoterapist olarak bu anlamda kendimi çok şanslı hissediyorum. Nitekim empati duygusundan yoksun bir kişiyseniz psikoterapist olarak yaşamınızı sürdürmeniz pek mümkün değildir.
Birileri ile ilişkilerimizi sonlandırmayı bir cinayete benzetiyorum ben. Bazen ‘katil’ sizsinizdir, ‘kurban’ karşınızdaki. Bazense ‘kurban’ sizsinizdir, ‘katil’ karşınızdaki...
Danışanlarım ayrılık hikayelerini benimle paylaştıklarında ya da onların herhangi bir ayrılık öncesinde olduklarını anladığımda çok fazla dillendirmek istemem onların hüznünü. Anlatmak istediklerini, paylaşmak istediklerini sınırsızca anlatıp içlerindekini benim ile paylaşsınlar isterim. Çünkü zamanında ayrılık yaşadıkları kişiler bir gün bu dünyadan göçüp gittiklerinde ikinci bir travma yaşasınlar istemem. Birinden ayrılmak, ya da birileriyle ilişkinizi sonlandırmak aslında birazda böyle birşey. O kişiyle ilgili beklentiniz sona ermişse o kişi sizin için ölmüştür. Siz farkında olmadan o kişiyi kafanızda öldürmüşsünüzdür. Dolayısıyla günün birinde bu dünyadan göçüp gittiğinde sizin için hiçbirşey değişmez. Siz çoktan o kişiyi kaybetmenin yasını tutmuş ve o dönemi atlatmışsınızdır.
Bu nedenle uzun süre beraber olan çiftler mutlaka beraber tatil yapmanın yanı sıra bazen de ayrı ayrı tatil yapmayı öneriyorum. Evdeki ya da birbirlerinin yaşamlarındaki varlıklarını sıradanlaştırmak istemeyenler mutlaka bunu denemeliler. Yoksa istemedende olsa birbirlerinin tadını çıkaramaz hale gelebilirler. Sonuç olarakta birbirlerini yokluklarıyla terbiye etmek zorunda kalabilirler. Kısacası son pişmanlık fayda etmez.
Günün birinde eğer karşınızdakilerle yol ayırımına gelmeniz kaçınılmazsa o zaman yapmanız gereken o kişinin yokluğuna kendinizi alıştırmak. Bir anlamda da varlığınızın tadını çıkaramayanları yokluğunuz ile terbiye etmek belkide yapmanız gereken tek şey.
Bir kez daha sizinle paylaştıklarımı okuduğunuz için gözlerinize sağlık.
Hoşçakalın. Bu arada unutmayın; her hoşçakal bir merhebadır aslında!
Çağatay Öztürk
oztuc@aol.com
ÇAĞATAY ÖZTÜRK
YAZARA E-POSTA GÖNDER