KÖŞE YAZILARI | GABRIELA OLARU

Gazeteciler Bloggerlara Karşı

"Entelektüel bilgi düzeyi belli bir noktada olan bir insanın bu kadar başarısız bir demece imza atması beni şaşırttı." Gabriela Oana Olaru`nun yeni yazısı...
 
   
 
 
     

GAZETECİLER BLOGGERLARA KARŞI

Dün ders çalışmak için arkadaşıma gittim nitekim kendisinde olan çalışma disiplini sayesinde saatler boyu o sandalyenin üzerine oturarak kitabımı okumayı başardım. Bunaldığım zaman aralıklarından birinde, masasında duran bir Marketing Türkiye ekini karıştırmaya başladım. Ekte, blogger-gazeteci tartışmasına yer verildi ve konuyla alakalı olan birçok kişinin görüşleri sıralandı.

Çalışma bana kalırsa mevcut durumu başarıyla özetledi ve blog ile gazeteciliğin arasında bir yerde duran benim gibi biri için keyifli olmuştu. Nitekim bu yazıda yer verilen görüşlerden biri beni konuyla ilgili bu satırları karalamaya itti. Hızlıca göz gezdirdiğim için, yanlış yapmamak adına sözlerin sahibinin ismini şu anda vermekten kaçınıyorum. Ancak basından olan bu arkadaşımız gazeteciliği överken, bloggerların işi bilmediklerini ve hediyelerle firmalar tarafından yönlendirildiklerini iddia etti.

Entelektüel bilgi düzeyi belli bir noktada olan bir insanın bu kadar başarısız bir demece imza atması beni şaşırttı. Çünkü hepimiz biliyoruz ki, tüm dünya’da “gazetecilik” , “medya” veya “basın” her ne kadar “tarafsız” olduğunu iddia etse de bağımsız ve tarafsız olmaktan oldukça uzaktır. Gazetecilik elinde “sermaye gücünü” bulunduran kişilerce “ele geçirilmiş” ve hepimiz biliyoruz ki bu kişiler genellikle birçok sektörde faaliyet göstermektedirler. Böyle bir durumda “grup” medyasında olan bir yazarın “bağımsız” olmasını kimse beklemesin. Ayrıca medyanın bağımlı olduğu diğer bir nokta da dönemin ” siyasi iktidarlarıdır”. Bu açıdan da medyanın bağımsız olmasını bekleyemeyiz.

İşin ekonomik-politik durumu böyleyken üstüne üstlük bu “hediye” kabul etme meselesi de var. Gazetecilerin yemek yedikleri, eğlendikleri mekanlarda ücret ödemediklerini, belirli indirimlere sahip olduklarını, firmaların haberleri yayınlanması için bu gazetecilere özel günlerde “özel” hediyeler (ufak veya büyük) verildiğini kimse inkar etmesin. Bu durum sadece ülkemizde değil, tüm dünyada sıkça rastlanan bir durumdur. Hatta geçenlerden bir gazetenin köşe yazarı çalıştığım yeri arayıp “ben gazeteciyim bana indiriminiz nedir “sorusunu sorup “indirimimiz yok” cevabını aldıktan sonra resmen “yasal hakkı” elinden alınmışcasına cırlamayı da bildi.

Her gazeteci hediye alır demiyorum ancak gazetecilerin yazılarını yazarken “özgür” olmadıklarını savunuyorum. Gazetenin bağlı olduğu grup, desteklediği siyasal yapı, eş dost hatırası gibi etkenlerden dolayı “tarafsız” kalma ve “hediyelerden” etkilenmeme durumu mümkün değildir. Tabii ki de burada reklam verenleri de unutmamak, anmak gerekecektir.

Halkın medya konusunda az da olsa uyanmasıyla birlikte, “reklam kokan haberler” makyajlanarak tezgaha konsada, medyanın inandırıcılığı sorgulanan bir konudur. İşte tam da bu noktada “bağımsız blog “yazarlarının kişisel deneyimlerini, fikirlerini paylaştıkları blog sayfaları değer kazanmaktadır. Blog aslına bakarsanız bir “kulaktan kulağa” oyunudur ki PR ajanslarının bunu fark edip müşterilerini buraya yönlendirmesi akıllıca bir davranış. Blog yazarları belki günde milyon tüketiciye ulaşamayabiliyor ancak kendisini ona yakın hisseden takipçilerini etkilediği de su götürmez bir gerçektir. Şöyle düşünün: X markasının tv reklamı beni ürününün tüketimine kolay kolay inandıramıyorken, sevdiğim ve görüşlerine değer verdiğim bir kişinin “x’ in ayakkabıları çok sağlam ve fiyatı daha uygun” demesi çok daha fazla etkileyecektir. Hal böyle olunca firmaların blog yazarlarını ürün tanıtma sürecine dahil etmesi gayet mantıklı bir hareket. Ayrıca bir blog yazarının gördüğü hediye en fazla bir kaç günlük bir tatil (tanıtımını yapan bir otelde), bir adet Cappy limonata ve oyun hamuru gibi şeylerdir.

Bir blogger kendisine özel gönderilen bir film davetiyesiyle mutlu olup, merak içerisinde giderken, bir gazeteci kendisine gelen bir sürü davetiyeyi doğru dürüst bakmadan çöpe atabiliyor. Her ikisinin de tercihi kendilerine aittir ve bana kalırsa her ikisi de ilgili ortamda bulunmalı.

Blog yazarlarına karşı yapılan olumsuz eleştirilerin asıl sebebi, basının da interaktif ortama doğru kaymasıyla birlikte medyanın blog yazarlarıyla iş birliği yapma zorunluluğudur. “Köşe yazarı” olmak herkesin haddi değilken, benim örneğimde de gördüğünüz üzere az buçuk kelimeleri toparlayabilen herkes fikirlerini paylaşabilme imkanına kavuşmuştur. Bu durumda, gazetecilerin ”kök bağladıkları” koltuklarında rahatsız olup kıpırdanmaların yaşanması da gayet beklenilen bir durum. “Yazmak” bundan sonra sadece ” gazetecilere” ait bir özellik olmaktan çıktı ve bu da huzursuzluk yarattı.

Bırakın tarafsız olan dilediğini yazsın, bugüne kadar hiç hediyelerle ödüllendirilmemiş gibi tarafsızlıktan bahsetmeyin komik oluyorsunuz.

http://www.marketingturkiye.com

Not: bu sözlerim hem blogcu hem gazeteci olmayı başarmış, önyargılarından arınmış gazetecileri kapsamıyor.

Köşedeki Kedi
gabrielaolaru@hotmail.com
www.gabrielaolaru.com


GABRIELA OLARU
YAZARA E-POSTA GÖNDER

 

Diğer yazıları liste halinde görmek için tıklayın >

Favorilerinize ekleyinAnasayfaya dönPaylaşın
GÜNLÜK FALINIZ
HAVA DURUMU

REKLAM
reklam@cosmoturk.com

İLETİŞİM
cosmoeditor@cosmoturk.com

TEL: (0212) 280 07 00
FAX: (0212) 244 13 32

-->
>