KÖŞE YAZILARI | İLKAY CAM

Salvador Dali Picassoland’den Bildiriyor

Çalıştığım barda Red Hot Chili Pappers prova yapıyormuş... (İlkay Cam)
 
   
 
 
     

“Çalıştığım barda Red Hot Chili Pappers prova yapıyormuş, ellerinde şişme gitarlar ve sahnenin tam ortasında cep telefonuna benzeyen yine şişme bir sözüm ona mikrofon var. Hoplayıp zıplayıp türlü cambazlıklar yapıyorlar, şişme gitarlarla gerçekten çalıyormuş havasındalar. Prova bitince içtikleri 12 bira için otuz lira bırakıp sıvışıyorlar, patron küplere biniyor ben de sinir oluyorum. Gidip masalardan birine oturuyorum bir tarafımda (lakabı uyanınca hatırlayamadığım bir şey Maymun olan) bir Meksikalı, diğer tarafımda ceketinin ön yüzünde pırlantalarla yapılmış desenler olan bir Kızılderili oturuyor, Kızılderili olduğunu başının arkasına topladığı uzun siyah saçlarından anlıyorum. FBI ajanı olduğunu tahmin ettiğim takım elbiseli bir adam çıkageliyor ve Meksikalı’yı öfkeyle bağırarak tehdit ediyor, neredeyse burun burunalar, bu hiç iyi değil, Meksikalı (bir şey) Maymun’un temastan hoşlanmadığını biliyorum. FBI ajanı gidince sol tarafımdan bir boğanın bize doğru koşmakta olduğunu görüyorum. Meksikalı ayağa kalkıp masanın yanındaki kapıdan karanlık bir odaya giriyor. Başımı çevirip boğaya bakıyorum, bir şey yanımdan hızla geçip arkası bana dönük olarak duruyor, kaburgaları omurgaya bağlı olduğu halde bütün olarak boğanın kemiklerini tükürüyor. Her şey bir saniye içinde olup bitiyor hiçbir şey göremiyorum, iri şeyin beyaz yeleli devasa bir gri aslan olduğunu görüyorum, o kadar büyük ki bir boğayı bütün olarak yutması şaşırtıcı değil. Kızılderili şaşkınlığıma gülüyor ve Meksikalı’nın artık aslana dönüşebildiğini bilmiyor muymuşum diye soruyor, belki de eskiden maymuna dönüşüyormuş emin değilim. Yine de zihnimde gözlerinin önü maviyle eflatun arası bir renge boyanmış iri bir maymun sallanıyor.”

Sonunda ben de rüyamı yazma klişesine düştüm sayın okuyucu! Ama bu rüya da yazılmayacak gibi mi sen söyle?

Bazı geceler Freud’u ve Jung’u mezarlarında dört döndürecek rüyalar görüyorum ama rüyayı görürken her şey o kadar normal görünüyor ki ilginç bulmuyorum, uyanınca da zaten hızla unutuyorum. Bu rüyayı hatırlamamın tek sebebi Red Hot Chili Pappers’ın bira parasını eksik ödemesi. Yani kendilerinin bunca yıllık dinleyicisiyim biranın lafı mı olur? Bana yatıya gelsinler, Sezen’in şarkısı gibi malımı, mülkümü, olsa samur kürkümü alsınlar, vallahi gıkım çıkmaz…

Hemen her gece yaratım sürecinde Salvador Dali’nin küratörlüğünden şüphelendiğim, hiç bir şeyin garip sayılmadığı bir paralel evrene ışınlanıyorum. Aşağı yukarı tüm insanlar benzer yerlerde fink atıyor biliyorum ama benim diğer tarafta acayip havam var. Mesela rüyada olduğumu fark ettiğim anda hemen hikayeye müdahale ediyorum, canımın istediği şekilde senaryoyu değiştiriyorum, yani diğer tarafta ben hem yazıp hem oynayan o feci entelektüel ‘Author’ yönetmenlerden biriyim. Sonra sinema salonundaymış gibi ihtiyaç molası veriyorum ve dönünce kaldığım yerden devam ediyorum, üstelik molanın zamanına mesanem ve ben karar veriyoruz, yani bir tür Rüya Sinemaları Tanrıçası gibi bir şeyim diğer tarafta.

Rüyalarımdaki bir çok şeyin kaynağını kolaylıkla tespit edebiliyorum özellikle de günlük yaşamdan ya da zihnimden geçen düşüncelerden kaynaklı ise. Mesela katledilen boğa kardeş rüyamıza dün gece izlediğim Oscar'lı otistikTemple Grandin filminden katılıyor (Alkışşşş!), rüyama girmese şaşırırdım, ağlamaktan içim çıktı çünkü. Sonra Kızılderili Amca kütüphanenin önünden her geçişimde baştan okumam gerektiğini düşünüp kronik erteleme hastalığım yüzünden savsakladığım Castaneda serisinden katılıyor aramıza (Alkışşşş!). Hayvana dönüşen insanlar (ya da tam tersi) ise rüyalarımın kanıksanmış motiflerindendir. Ben küçükken herkes gibi gelin, anne, prenses falan değil istediği her şeye dönüşebilen uzaylı Maya olmak isterdim (Arı Maya ile akrabalığı yok!). Bu dönüşümler esnasında artan kütleye ne olduğu kafamı kurcalasa da Maya’nın kaşları o kadar güzeldi ki minik bir hamamböceğine dönüşmesindeki imkansızlığı görmezden gelirdim.

Bir de periyodik olarak tekrarlanan dar ve dik bir merdivenden düşme rüyam ve uzun yıllar varyasyonları tekrarlanan dönemsel rüyalarım vardı. Mesela ergenlik dönemi derin depresyonlarının ağır etkisiyle arenalardan çıkmaz olmuştum, sabaha kadar ceset yığınları arasında dolaşır, arenanın alt katlarındaki esirleri ve köleleri ziyaret ederdim, Gladiator dizisi bana leblebi çekirdek gibi geliyor şimdi. Şiddet eğilimim yok aslında bir parça yaşama tembelliğim var belki. Bu dehşet-vahşet dönemi bir noktada bitti de rahat bir soluk aldım.

Üniversiteyi bıraktım ama rüyalarımda okuldan çıkmaz oldum, gerçek hayatta bu kadar devamlı bir öğrenci değildim vallahi, nasıl bir ironiyse artık! Sürekli bir sınava yetişme, ödev yetiştirme, okula yetişme telaşı, her gece sinir stres içindeyim, sabah olunca bir oh! çekiyorum, vahşet rüyalarımı özler olmuştum artık.

Otuzlu yaşlarımda yeni çağ dalgasına kapıldım, gırtlağıma kadar ruhsal çalışmalara battım huzur bulacağım diye beklerken her gece o gezegen senin bu yaratık benim seyyah oldum. Sabahları bin beş yüz kilometre yüksekten saatte üçyüz bilmemkaç kilometre hızla yatağa çakılıyorum, zar zor parçalarımı toplayıp işe gidiyorum. Kariyerim deseniz Sisyphos'dan hallice ben kayayı inatla dağa çıkarıyorum sonra beraber yuvarlanarak aşağı iniyoruz, kardeş kardeş. Şimdi dönüp bakınca meselenin sadece kötü oyunculuk olduğunu anlıyorum, ben evreni kandırmaya çalışıyordum o da kanmıyordu. Evreni kandırmak zordur çünkü içinizi sizden önce görür ve asıl yapmanız gerekeni yapmazsanız hayatı burnunuzdan fitil fitil getirmenin en yaratıcı yöntemlerini bulur. Sizin için en önemli şey neyse hayatta, ona basar tekmeyi, dağdan aşağı yuvarlar, ta ki sizi asıl mutlu edecek yola girip hayatınızın asıl amacına uygun yaşayana kadar.

Her şey, hakkımız olduğunu fark etmemizle başlıyor. İnsanların salaklık diyeceği şeyleri seçmeye de hakkımız var. Asıl salaklığın sadece bizden öncekiler öyle yapmış diye bir şeyin doğru olduğunu var saymak olduğunu görebilmek. Ama bu kaygan bir zemin, bulanık bir görüş yaratır ve yön duygumuzu yitirmemize sebep olur, soğuk algınlığına benzer geçici bir his, abartılacak bir şey değil. Maalesef biz ödlekler bunu bir tür cüzam ya da kanser gibi algılıyor ve panik içinde kendimizi bir şeylere hapsediyoruz, kendimize hapishaneler yaratmakta pek bir yaratıcıyız. Soğuk algınlığından kurtulmak için müebbet hapse razı olmak en deneyimsiz avukat için bile kötü bir anlaşma. İnsanlar kendilerini güvende hissetmek için çok tuhaf seçimler yapıyorlar. Mesele bu kadarla bitse iyi hayatımızın kalan kısmını kilitli olmayan bir kapıya anahtar aramakla geçiriyoruz.

Ben de istisna değilim, evlilik ve çocuk konusunda paçayı sıyırmış olabilirim ama kariyer konusunda bildiğim bütün tuzaklara düştüm ve oyunu kuralına göre oynamadan kazanabileceğimi zannettim. Sonu gelmeyecek gibi görünen abuk subuk rüyalarım ancak ben durduğumda durdu. Bazen tek yapmanız gereken durmak ve hiçbir şey yapmamaktır. Bir gün mücadele etmek zorunda olmadığımı fark ettim, korkuyla debelenmek insanı hiçbir şeyden korumuyor. Tanıdığım en şeytani insanların istisnasız tamamı bencillikle korkunun karışımından oluşmuştur. Sonuç olarak hayatımı ayıkladım; sevmediğim insanlardan, kullanmadığım eşyalardan, söylenmemiş sözlerden, ruhumu tüketen işlerden. Artık rüyalarım sevdiğim müzik grupları, şahane hayvanlar ve sabahları kahkahalarla uyanmama sebep olan bin tane komik şeyle dolu. Samimi olur ve kararlı bir adım atarsanız evren gelip sırtınızı sıvazlıyor. Zengin, ünlü veya başarılı olamayabilirsiniz, belki de olursunuz bilemem ama en azından eğlenceli rüyalar garanti.

Son söz: Eğer benden bir kitap tavsiye etmemi isteseler hiç duraksamadan Steven Harrison’dan “Bir Şey Yapmamak” derim. Mutlu rüyalar.


İLKAY CAM
YAZARA E-POSTA GÖNDER

 

Diğer yazıları liste halinde görmek için tıklayın >

Favorilerinize ekleyinAnasayfaya dönPaylaşın
GÜNLÜK FALINIZ
HAVA DURUMU

REKLAM
reklam@cosmoturk.com

İLETİŞİM
cosmoeditor@cosmoturk.com

TEL: (0212) 280 07 00
FAX: (0212) 244 13 32

-->
>