KÖŞE YAZILARI | NEMZA SİNANOĞLU

Herşey Emanet…

Emanet düşler görmüşüm, içinde yarattığım masalarda... (Nemza Sinanoğlu)
 
   
 
 
     

Emanet düşler görmüşüm, içinde yarattığım masalarda korkusuzca boğulmuşum….

Şimdi ne desem boş, dilim de varmaz zaten…Sorma hiç sende, artık suskunluğuma geri dönme vakti..

Beynimi kemiren bu şeyin, bir gün beni senden alacağını, su kadar saf dünyamızın içine çamur damlacıkları serpeceğini nerden bilebilirdim.

Bir gün geldi ve bilebildim…

O güne kavuşan sabahın günahı ne dersen, suçu birisine atmalıydım o da doğmaya niyetli güneş..

Keşke gece güne varmasa ve ben bunları koşar adımlarla gittiğim hastanede öğrenmeseydim.

Sevdiğim adamdı o. İlk görüşte tutulduğum, aşk bu olsa dediğim ve şimdi günahını aldığım doğan güneşe, nicelerce ertesi günleri çabuk getirmesi için dua ettiğim zamanları geride bıraktım.

Benim alevlenişim sadece bende değilmiş, kısa süre sonra okul bahçesinde bana açıldığı sözlerden anlamış ve bir yolda aynı adımları atar olmuştuk. İkimiz de tıp öğrencisiydik, bölümlerimiz ayrılmış ben iç hastalıkları o ise beyin cerrahisi bölümünde öğrenim görüyorduk.

Okulumuz biter bitmez, bir aile kuracaktık. Günler ardı ardına yoğun geçerken, araya aileleri tanıştırmak ve ilk adımları atma resmiyetlerini büyük adımlarla tamamlamış, okul bitiminde işlerimizin başına geçip evimizi kurma ve nikah işlemelerine başlayacaktık. Okul bitti, diplomalar alındı ve biz iki ayrı hastanenin kadrosunda yer alırken, diğer işlemleri de hızlıca gerçekleştiriyorduk. Ben varlıklı bir ailenin kızı, o ise orta direk varını yoğunu evlatları için harcayan çok sevgi dolu bir ailenin tek oğluydu.

Benim bu evlilik kararıma çok sıcak bakmayıp, eğitimimin devamı için beni yurt dışına gönderme planları olan aileme bir nevi darbe olsa da, biricik kızlarının bu büyük mutluluğuna elbette karşı koyamaz ve ortak olup sahip çıkacakları aşikardı. Öyle de oldu zaten.

Evimiz, ailemin bana çok küçük yaşlarda babam gibi doktorluğu gelenekle devam ettirmemem hayalleri ve muayenehane açmam ümitleriyle aldıkları bir apartman dairesiydi. Annemlerin evine iki sokak aşağıda bulunan bu ev, pek pembe panjurlu hayalleri anımsatmasa da bizim aşk yuvamız olacaktı. Tabi kökünde maçoluk olan Sedat bu durma ilk karşı çıksa da, biraz para biriktiririz, hastanede konumumuzun ne olacağı belli olana kadar böyle idare edelim sözlerimle tam tabiriyle kandırılarak, kabul ettirilmişti. Annemlerde bu duruma çok sevinmiş, çünkü kazandığımız bu ilk maaşlarla, düğündü, masraflardı derken benim alışık olduğum tarzda bir eve yerleşemeyecektik.

Yıllarca benim büyümemi, okulumu kazanmamı hatta mezun olmamı bekleyen evimizin biraz tadilat görmesi gerekliydi. Babam ve annem bunlarla ilgilenirken bizde diğer teferruat işlere koşuşturuyor, biran evvel imzaların atılacağı günün gelemsini dört gözle bekliyorduk.

O gün geldiğinde karşıma geçen adama bir kez daha aşık olmuştum. Benim isteğim üzerine beyaz smokin ve siyah papyonuyla beyaz atlı prensim karşımda duruyordu.

Kırmamıştı hiç bir şeyde beni, düğünümde hayal ettiğimden fazlasını gerçekleştirtmiş ve maddi boyutunu benim bu isteklerim üzerine aştığımızı belirttiğimde ‘sen bunları takma, birkaç gün daha nöbetçilik alır açık kapatılır sen mutlu ol’ diyerek eksiksiz bir organizasyon hazırlatmıştı.

Ben dünyanın en mutlu kadınıydım ve ,bu yıllarca da böyle sürdü. İşlerimiz yoğun ve stresli olmasına karşı o beni hep çok mutlu etmeyi başaran, bense onun bu tavırlarına yakışır şekilde karşılık veren seven , çok seven bir kadın olmuştum.

Evliliğimizin dördüncü yıllında ilk bebeğimiz Arda dünyaya gelmiş ve mutluluğumuzu perçinlemiş olurken, annemin ikinci bebeği çok arayı açmadan yapmamızı kendisinin daha fazla yaşlanmadan koşuşturmak istemesi doğrultusunda oğlumuzun ikinci yaşına bastığı günlerde diğer yavrumuz Eceyi dünyaya getirmiştim. Zaten beyin cerrahisi dalında çok başarılı olan eşime bebeklerimiz, sanki uğur getirmiş hastanenin bölüm şefi olmuştu. Ben bu habere bir kutlama yemeği hazırlarken birkaç tepkime olmuş ve ben bunu günün ehemmiyeti üzerine ciddiye almazken, çok önemli meseleler varmış, haberimiz yokmuş, mutluluğumuz saflığını kaybedecekmiş, aslında bilmek istemedim.

Aralıklarla başım dönüyor, bazen sendeliyor ve halsizliğim kısa aralıklarla baş gösteriyordu. Bu durumlar gebelik belirtisi de olabilir sebebiyle test yaptırmış ve olmadığı anlamıştım.

Sedat’la aynı hastanede olmayışımın en büyük karı, beyin cerrahisinden başka uzman bir arkadaşıma danışarak neticeyi almadan bu durumu ona haber vermemekti. Böyle tepkimelerimin olduğunu söylesem, başıma nelerin geleceğini çok iyi biliyordum çünkü.

Biz doktorlar soğuk kanlı davranmakla hükümlü olsak da insanız sonuçta.Ve sonucunun ne olacağını bilmesem de, kötüyü düşünmek zorundayım. Bakmaya sorumluluklarıyla hükümlü olduğum iki evladım ve çok sevdiğim eşim Sedat vardı.

Kısa bir süre sonra sonuçlarım elime gelmişti, iyi huylu olmadığı açıkça belli olan bir tümor beynimin orta yerinde beni ele geçirmeyi amaçlamış gözüküyordu. Direndim ,aylarca tedavi altına alındım ve halsizliklerime türlü kulplar bularak işime evime ve aileme bunu hiç yansıtmadım. Ta ki teşhisi koyan doktor arkadaşım dünyaca ünlü bir profesörün bu durumumla ilgili nice başarılı ameliyatlara imza attığını dile getirene kadar.

Nasıl söylerdim eşime, böyle bir hastalıkla uzun süredir yalnız başa çıkmaya çalıştığımı ve bununla kalmayıp onları yerinde bırakarak ameliyat olma kararıyla Amerika’ya gideceğimi. Hemen okullar araştırmaya başladım, uzaktan eğitim veren sadece sınav dönemlerinde gidip geleceğim. İkinci bebeğim Ece’yi dünyaya getirdiğimde verilen doğum izninde doçentlik için ön araştırma çalışmaları yapmış bunu alabilmek için çok istekliydim. Ve arada Amerika’daki profesörle yaptığımı görüşmelerle kısa süreli zaman planlamalarım sonucu, bunu eşime açıklamış, ayrıntılarında orada fazla durmayacağımı, gidip geleceğimi açıklayarak ondan da izin almıştım. İçim çok tedirgindi, eşimi aldatıyor hissine kapılıyor, daha önce ona hiç yalan söylemediğimin suçluluğunu yaşıyordum belki de, için için.

Bu kim bilir, geri dönüşü olmayacak bir yola çıkıştı. Kör inat bir kararlılık sanki içime gizlenmiş, bu tavırları sergiliyordu. Çocuklarımı öpüp koklayarak, eşime doyamamışçasına sarılıp ,evimi anneme emanet edip yola çıkıyorum.

Kapıdan adımımı sokağa atara atmaz gözyaşlarımı tutamaz halde taksiye biniyor ve şoföre sadece hava alanı diyerek yola çıkıyorum. Durmaksızın dökülen gözyaşlarımdan dilediğim tek medet, aileme yuvama geri kavuşabilmekti.

Hava alanına indiğimde geri dönsem mi diye çok düşündüğümü, ama artık çok geç olup döndüğümde elime ne geçeceğini kendime sorarak, valizimi alıp orada yaşayan ve benim durumumu tek bilen arkadaşım olan sevginin, beni beklediği çıkış kapısına yöneliyorum. Valizlerimi evine bırakır bırakmaz, önceden randevulaştığımız profesörün yanında soluğu alıyoruz. Elinde neticelerim beni beklerken ’vayyyy hoş geldin sayın meslektaşım’ diyerek çok sıcak bir karşılamayla beni kapıda karşılayan doktorum. İyi beslemişsin bu yumurtayı, nasıl başardın diye sormuyorum, çünkü onu yerinden almak için sabırsızlanıyorum diyerek konuya espirili bir giriş yapmıştı. Aslında bu girişin benim tedirginliğimden ve durumun ciddiyetiyle kaynaklı olduğunu sezinlemiş olmam, beni daha da endişelendirmişti.

Konuyu izah etmeye başladığında, birkaç tetkik daha yapacağını, zor bir durum olduğunu söyleyip, yaklaşıp on-on iki saat süreceğini uyandırılmak için en az bir gün yoğun bakımda dinlendirilip kimseyle görüştürülmeyeceğimi eklediğinde, eşin nerde yada yanına bu arkadaşından başka akrabanı almadın mı dediğinde, kimsenin haberi yoku söylememle ‘ne sen cidden delisin’ hatta ‘benden de delisin’ demişti. Derhal ailenden, yakınından birini ara buraya gelsin yada ver ben konuşacağım dediğinde, yaklaşık iki saat süren gözyaşlarımla bezeli konuşmalarımla onu ikna etmiş ve bizim yolumuza bakmamız gerektiğini ona vurgulamıştım.

Yapılan tetkikler sonucu profesörden, açıkça umudun çok az, istersem ameliyatı yaptırmama şansımın olduğunu durduğumda…Zamanla ölmek istiyorum, zamana bırakmak… Bu, ailem ile geçireceğim belki de en değerli son saatlerimdir benim diyerek. Eşyalarımı toparlayıp bileti alıp nasıl evime döndüğümü dün gibi hatırlıyorum.

Eşim beni kapıda karşılamış, soğuk tavrının ardından beni boğarcasına sıkı sıkı sarılışı, aslında onun her şeyi öğrenmiş olduğunun kanıtıydı.

Hiç bir şey konuşmadan sarılarak sabahı ettik. Yeni gün evimde onlarla doğarken, kalkıp hastaneye gideceğimizi söylediğinde sesimi bile çıkartmadan, suçlu bir çocuk edasıyla doktorun odasına vardığımızda. Beni şaşırtan birbirinden değerli sevdiğim arkadaşlarımdan oluşan bir ekibin bizi karşılamış olmasıydı. Çok neşeli, canlı ve başaracağız edasıyla beni inandırma çabaları boşaydı, beni biliyordum ne olacağını…Siz de..

Emanet düşler görmüşüm, içinde yarattığım masalarda korkusuzca boğulmuşum….

Şimdi ne desem boş, dilim de varmaz zaten…

Sorma hiç, sorsan da ne fayda.

Artık suskunluğa dönme vakti..

Beynimi kemiren bu şeyin, bir gün beni senden alacağını, su kadar saf dünyamızın içine çamur damlacıkları serpeceğini nerden bilebilirdim.

Bir gün geldi ve BİLEBİLDİK…


NEMZA SİNANOĞLU
YAZARA E-POSTA GÖNDER

 

Diğer yazıları liste halinde görmek için tıklayın >

Favorilerinize ekleyinAnasayfaya dönPaylaşın
GÜNLÜK FALINIZ
HAVA DURUMU

REKLAM
reklam@cosmoturk.com

İLETİŞİM
cosmoeditor@cosmoturk.com

TEL: (0212) 280 07 00
FAX: (0212) 244 13 32

-->
>