Her zaman önünden geçtiğim Teşvikiye Cami’nin önünden geçerken dün ilk kez aklıma düştü... “Bedenimin son göreceği yer burası olacak herhalde” dedim...
Her zaman önünden geçtiğim Teşvikiye Cami’nin önünden geçerken dün ilk kez aklıma düştü...
“Bedenimin son göreceği yer burası olacak herhalde” dedim...
Enteresan bir yolculuk...
Birkaç yüz metre ilerdeki Amerikan Hastanesi’nde başlayıp, aynı semtin Camii’nde sona erecek bir hayat yolculuğunun öyküsünün aklıma düşme nedeni, Müge Anlı’nın “Ayrılığın yas süresi” üzerine önceki gün söyledikleri...
Onu da birçok kişi aramış... Beni de aradılar...
Herkes, “Hâlâ böyle bir süre olduğunu mu düşünüyorsun” diye soruyor...
Tam o sırada Nişantaşı’na gidiyordum...
O anda camiyi farkettim ve kendi ölümümü gördüm...
Ölümün yasının tutulmadığı bir yerde ayrılığın yası nasıl tutulur ki?..
***
Oysa aynı değil...
Bazen ölümün yası tutulmaz, ama ayrılığın yası tutulur...
Ölümün acısı, ölen kişinin geride kalanlar için ifade ettiği anlamla eşdeğerdir...
Ölen insan, anılarda ve varlığında geride kalanlar için ne ifade ediyorsa acının şiddeti o derecedir...
Anne, baba, eş ve kardeş ölümü onun için fazla acıtır...
Yerine yeni bir anne ya da baba ya da kardeş koyamazsınız...
“Tek” likleri vazgeçilmezlikleridir...
Eş kaybetmek de müthiş acılar getirir...
Ne kadar vazgeçilmezse, o kadar ses getirir...
Garip bir tecellidir ki, yeni eş ikame edebilenler, bir süre sonra acılarını hafifletirler...
İkame etmek istemeyecek kader seven çaresizler, ayrılığı gözlerinde büyütürler...
Aslında en acı ve en temel gerçek insanoğlunun egoistliği gerçeğidir...
İnsanoğlu, soyunun egoist olduğunu bilir, ama çaresizce başkalarına kendini sevdirmek için sürünür...
Oysa sevdirmenin temel yolu, bir başkasının egosuna dokunmaktır...
O egoyu doyuracak birşeyler sunmaktır...
İnsanoğlu başkalarının kendisini sevmesini ister...
Koşulsuzca, kendisini istemesini arzular...
Oysa herkes başkasını kendisi için sever...
Kendisi için ifade ettiği anlama göre, başkasını biçer...
***
Yaşamın en temel yanılgısı koşulsuz sevginin olduğuna inanma hatasıdır...
Koşulsuz sevgi yanılsaması anne kaynaklıdır...
İnsanoğlu hayata, anne ve baba şekillenmesiyle başlar...
İlk gördüğü sevgiyi koşulsuz zanneder...
Oysa hayatın en büyük yalanı, sevginin koşulsuz olduğunun sanılmasıdır...
Gerçekte anne ve baba sevgisi bile koşulludur...
Çünkü anne ve baba olmak bile bir tercih ve doyum sorunudur...
Anne ya da baba olmak toplumsal bir konumdur...
Bireysel tatminleri bulunur...
Anne veya baba kendilerini devam ettirecek yeni bir kimliği yaratmanının doyumundadır...
O yeni kimlik, onları öldükten sonra yaşatacak, ama daha önemlisi onlar yaşarken, yaşamlarında yapamadıklarını yapacaktır...
Gerçekleştirilememiş amaçlar, çocuklar vasıtasıyla gerçekleşecektir...
Doyurulamamış hazlar, onların başarısından sürdürülecektir...
Ulaşılamayan bireysel mertebeler, onların kariyerlerinde yürüyecektir...
Kendi hayatları onların üzerinden yaşayacaktır...
Özlemleri, onların üzerinden doyurulacaktır...
Çocuk insanoğlunun yaşamındaki en bireysel egoist projelerden biridir...
Çocuk ebeveynin kendisi için istediği, sonra da büyük fedakarlıklarla büyüttüğü en bireysel projedir...
***
Bazı anne ve babaların hayırsız çıkma nedeni tam da budur...
Erkek ve kadın, salt sevişmenin cinsel hazzında çocuk sahibi olurlarsa, çocuğa sahip olmazlar...
Çünkü çocuk, onların kişisel egoist projeleri değil, bir cinsel birleşmenin yan ürünüdür...
Cinsel birleşmenin yan ürünü hayırsızlık alametidir...
Gerçekte konu hayırsızlık değil, projesizliktir...
Hayırlı anne ve baba, proje sahibi anne ve baba demektir...
O anne babanın çocuğa koşulsuz sevgi sunduğu sanılır...
Gerçekte anne baba, kendilerini tatmin eden plânlı bir insan projesine sevgi sağlarlar...
Çocuğun doğumundaki tatmin anne ve babanındır...
Sevgi o tatminin karşılığıdır...
İnsan beyninin en temel yanılgısını oluşturan koşulsuz sevgi, anne, baba ve aşk konusu yarın da devam edecek...
REHA MUHTAR
YAZARA E-POSTA GÖNDER