KÖŞE YAZILARI | SERPİL ŞAHİN

Hep Aynı THE END...

"Genç bir çocuk, yaşlı bir kadın, acemi bir kedi annesi..." Serpil Şahin`in yeni yazısı...
 
   
 
 
     

HEP AYNI THE END...

Üniversite yıllarını geride bırakmış, üzerine 15 iş yılı eklemiş başarılı bir gazeteci... Genç bir çocuk, yaşlı bir kadın, acemi bir kedi annesi... Kumral saçlarında tek tük beyaz telleri gördüğü için bayıldığı renginden vazgeçmiş siyahın matemine teslim etmişti narin saç tellerini... Onu gören 20’li yaşlarda sanabilirdi... Kendisi de bilirdi aslında görüntüsünün tam da o yaşlarda olduğunu.. Fakat her seferinde ilk kez duyuyormuş gibi heyecanlanır, ‘gençlik’ oyunları oynardı kendisi ile...

Daha talebe olduğu yıllarda bir hayali vardı... Küçük bir kafeteryası olmalıydı, sadece birbirini tanıyan insanların bir arada huzurla var oldukları... Dilediği olmuştu, hem de en iyisi şeklinde.. İstanbul’un en meşhur semtlerinden Cihangir’de özel sayılacak mekanlardan birine sahipti Hülya... Kafenin adını Farsça’da sonsuz mutluluk anlamına gelen ‘Samira’ koymak istemişti. Dilekleri kurguladığı gibi tek tek yerine geliyordu.

Bir hayat görüşü vardı: “Neyi en içten hisseder ve çağırırsan seni bulur. Benim evrene yaydığım enerji hep işimle ilgiliydi ve bak çok sevdiğim mesleğimden sonra hayallerime de kavuştum. Yeteri kadar iste ki yapabilecek gücü bulabilesin bileklerinde...”

...

Tanrı’nın gözyaşlarını döktüğü bir geceydi.. Günlerden Cuma.. O gece kafeyi baş garson Şehmuz yerine kendisi kapamak istedi. “Bu gece görevi ben devralıyorum. Huzurla uyu, eşine selamlar!” derken düşündü bir an. Şehmuzla kafeyi açtığı ilk günden beri tanışıyorlardı. Alçakgönüllü, sadık, kibar, hoş sohbet bir adamdı. Eşi Nergis de en az onun kadar şirin bir varlıktı. Sonra diğer çalıştığı insanlar geldi tek tek aklına. Cenk, Sinem, Batu, Dolunay, Çisel... Hepsi neredeyse 1 yıldır buradaydı ve hepsinin bir yuvası vardı. “Dur yahu Hülya ne oluyor kuzum, senin de yuvan var. Çok sevdiğin şımarık İran kedin Bastin var.” O düz suratlı kedisini anımsayınca kocaman bir sırıtış belirdi çiziklerin az olduğu buğday rengi yüzünde.. Mutlu birkaç sırıtışın ardından tebessümlerini çalacaktı hain Azrail.. Gerçek, bir insanın yüzüne ancak bu kadar acımasızca vurulabilirdi.. Azrail’in az sonra ağzından çıkaracağı kelime dizesi Hülya’nın canını çok yakacak ve pek çok enteresan yaşanmışlığa neden olacaktı. “Ama millet yatağında karısı kocası ile uyurken, onların sıcak bedenleri birbirine sarılırken sen ya Bastini mıncırıyorsun ya da yastıklarına sarılıyorsun küçük hanımcık.” “Tebessümlerin kötü katili Azrail. Bunu daha önce de yapmıştın, lise 2’de ilk aşık olduğum adamla ilgili hayaller kurarken.. Artık düşünmemeliyim.” dedi ve bir kadeh Jack ile kafenin bahçesindeki yağmurdan ıslanmış kahverengi koltuklara attı ruhunu..

Dudaklarında çok sevdiği, her söylediğinde daha da anlamdırdığı Ortaçgil şarkısı “Sensiz Olmaz” dolanıyordu. Bu şarkıyı dinlerken de söylerken de kendini iyi hissediyordu. Jack, hafiften çarptığı için şarkı bu kez biraz(!) detone oluyordu. Kendi haline katıla katıla gülüyordu ki; “Merhaba, açık mısınız?” sorusu ile irkildi.

“Hizmetliler yok efendim, size nasıl yardımcı olabilirim. Aslında kapalıyız da. Yani hizmet edecek biri yok, aslında ben varım ama... Aaaa, Jack de var..”

Kulakları, ağzından çıkanlardan saniyeler sonra haberdar olduğu için ve bu karmaşayı karşıdaki de çözdüğü için 15-20 saniyelik sessizliğin ardından katıla katıla gülmeye başladılar.

“Merhaba, adım Onur.”

“Hülya ben, Samira’nın Jackli sahibesi.”

Kısa film tadında, buram buram tutku kokan gülüşmeler.. Ayağa kalkan Hülya, içeriye doğru ilerlerken ne içmek istediğini sordu Onur’a. “Bir Martini olursa enfes olur” dedi kibar ve çekici sesi ile Onur. Hülya, sanki bu sesi daha önce defalarca duymuş gibi hissetmişti. Ne garip; adamı ilk kez görüyordu oysa. Hırlı mı hırsız mı, sapık mı bilmeden içki ısmarlamaya çalışıyordu. Tuhaftır ki, herhangi bir yabancı gibi değil de yıllardır hayatında olan arkadaşı gibi hissediyordu.

Arkadaş mı?

“Amma da salladın kızım yaaa..” derken, hemen arkasında bir nefes hissetti. Korkmalı mıydı, yoksa ne olacaksa olsun sakinliğe mi bırakmalıydı kendini? Emin olamadı neyin daha doğru olacağına. Derin nefesin sahibi olan dudakların, o enfes omzunda dolandığını hissetti. Karşı koyamıyor, sanki öpücükler arttıkça vücudu katılaşıyordu. Macerasever bir ruhu yoktu ya da tehlike avcılığı oynayası gelmiyordu; ama bu oyunun sonunu merak etmiyor değildi. Uzunca bir zamandır yaşamadığı heyecana kendini teslim etmek istiyordu. Yumuşaktı Hülya’nın teni, tıpkı saten kumaşlar gibi... Onur’un ellerinden akıp gidiyordu güzelliği. İkisi de gözlerini kapamış, ilk kez dolanacakları tenlerde yollarını kaybetmemek için birbirlerine rehberlik ediyorlardı. Birbirlerine dokunmanın, bir olmadan önceki zevklerin ayrıcalığını yaşıyorlardı. Onur, usulca kendine doğru çevirdi Hülya’yı. Hülya’nın birşey söylemesine müsade etmeden dudaklarını kilitlemeyi başarmıştı. İkisinin de bu zamana kadar yaşadığı en uzun, en huzurlu ve ateşli öpüşme olacaktı bu. Tenlerde çıkılan esrarengiz keşifler Hülya’yı hep meraklandırmıştı; fakat ilk kez evet evet ilk kez bu kadar heyecan duyuyordu birisine dokunmaktan. Ve ilk kez biri onu bu kadar güzel ve aralıksız öpüyordu.

Onur, Hülya’nın her bir zerresini keşfetme isteğini Hülya ile paylaştı ve o yağmurun ardından mis gibi gül kokan gecede Hülya ve Onur birlikte oldular.

Gözlerini açtığında Hülya akşam yaşadıklarının bir rüya olup olmadığını anlamak istedi. Gözlerine inanamadı, ne sarhoş olup yaşananları bir tarafından uydurmuş ne de rüya görmüştü. Gerçeğin ta kendisi yatağın diğer ucunda uyuyordu. Hülya hangi ara kendi evine geldiklerini anımsayamadı sadece.

Yanında büyük bir sevinçle bakakaldığı adam gözlerini açmış, ona güzel güzel tebessüm ediyordu. “Güzel kadınıma birazdan enfes bir ziyafet hazırlayacağım dedi” ve üzerine battaniyeyi bile almadan doğru mutfağın yoluna ilerledi. Hülya hayretler içerisindeydi. Mutfağın yerini nerden biliyor ki diye düşünmeden edemedi. Tıpkı gece yaptığı gibi sadece anı yaşamayı istedi. Onur yarım saat sonra elinde şahane görünen bir kahvaltı tepsisi ile yatağa doğru ilerliyordu. Bir an için keşke o kahvaltı tabağında kendisi olsa diye iç geçirdi hınzırca kikirdedi. Bunu Onur da hissetmiş olacak ki; “Kahvaltıdan sonra küçük bir sürprizim var küçük hanım” dedi aynı hınzır gülümseme ile.

Güzel bir kahvaltının hemen ardından güzel bir sevişme daha. Gerçek olamayacak kadar kutsal, iç titreten ve gizemli...

Onur giderken Hülya’ya kocaman bir öpücük kondurmuştu. “Akşam yine geleceğim beni bekle sevgilim” demeyi ihmal etmeden. Ne garip herifin biri akşam geleceğim beni bekle diyor ve Hülya da kayıtsız bir şekilde “Hı hı..” demekten başka birşey yapamıyordu. Hayatı kadar önem verdiği cafesi bir anda gözünde ikinci sıraya düşmüştü. Bir an önce güneşin gökyüzünü terketmesini ve akşama sahneyi bırakmasını istiyordu.

Ve işte o an... Geceye yine bir gül kokusu sinmişti. Bu gece dünden daha özel olmalı düye düşünüp evine geçti. Güzel bir masa hazırladı, her bir karesinde kendi hayallerini barındırdığı... Tek bir eksik kalıyordu tabloda. Hayallerinin tamamlanmasını sağlayacak bir gecelik sevgilisi... Elinde telefonu dakikalarca ekrana bakakaldı Hülya... Yelkovan ve akrebin birbirlerine bu kadar mesafeli olduğunu daha önce hiç hissedememişti, saatler birbirini kovaladıkça canı sıkıyordu. Nihayetinde saat 02.00 olmuştu. “Aptal kafa neden kendi telefonunu verir onunkini almazsın ki.” diye mızmızlanıyordu kendisine. O esnada bir mesaj belirdi ekranda “Peri yüzlüm, bu gece seninle olmayı inan çok isterdim ama senden ayrıldıktan sonra işe geçtim deli gibi çalıştım elim kolum kalkmıyor. Yarın görüşürüz.” Ne diyebilirdi ki özür mesajı göndermişti işte. “Tamam hayatım, iyi uykular” dedi içi buruk bir sevinçle. Geceyi onunla geçireceğini hesap ettiği için gelemeyişi onu üzmüştü ama bir yandan da sevinmişti; “Demek ki yeniden aranacak kadar iyi sevişebilmişsin kızım” dedi içindeki yırtık rahibeye.

Bir hafta geçmiş aradan sadece mesajlaşıyorlardı. Onur’un her seferinde bir işi çıkıyor ya da çok yorgun oluyordu. 2’inci haftaya girdikleri ve Hülya’nın umudu kestiği bir gece yine çıkageldi Onur. Hem de haber bile vermeden. İlkinin aynısını bir sahne daha. Kışkırtıcı aşk sözleri, yatakta biten özlem ve haftada bir buluşmalar.

Hülya bu ilişkiyi anlamlandırmaya çalışıyordu. “Bir mesaj atarak ya da haftada bir koynuma girerek sevgilim olduğunu mu sanıyordu? Canım sıkıldığında çekinerek elim telefonun tuşlarına gidecekse, sevinçlerimi yine kedim Bastin ile paylaşacaksam sevgilim olmasının anlamı neydi? Kelimelerle oynaşmalarımız ne tutkulu, oysa sadece ciklet olmuş seni seviyorum cümlesi huzursuzluk kokan nefeslerimize. Çak çak çiğne, ardından tükür. Bu kadar basit ve bu kadar iğrenç.”

Cafede oturduğu bir akşam eli telefona gitti Hülya’nın. Acilen konuşmalıydı Onur’la. Hissettiklerini ona da anlatmalıydı. Ama telefonu yanıt vermedi. Duymamıştır, yazık deli gibi çalışıyordur diye önce kendini avutmaya, sonra da içindeki arsız kıskançlık ve şüphecilik duygularını bastırmaya çalışıyordu. Ve bütün bunları aynı anda yapmak o kadar zordu ki.. Dayanamadı bir kez daha aradı.

Bir kadın sesi... Öyle bir ‘Alo’ deyişi vardı ki kadının, Hülya acaba Onur’u değil de 900’lu hatlarımı aradım diye düşünüp, hatta buna kendini de inandırıp ekrana baktı. Fakat Onur’un numarasıydı bu. Kadın arka arkaya 5 kez ‘Alo’ demişti. “Hikmet Bey, siz misiniz?” demesi de ayrıca enteresandı. Hülya anlamlandırmak istememişti. Yok artık telefonuna beni Hikmet Bey diye kayıtlamış olamaz herhalde diye geçirdi içinden. Ve Hülya’nın derin sükuneti bir anda “Hülya ben, Onur’un sevgilisi” sözleri ile son bulmuştu. Karşıdaki kadının sesi bir anda kesilmiş telefon Hülya’nın yüzüne kapatılmıştı.

Çocuk olduğu zamanlar olsa Hülya, o telefon Onur tarafından açılana kadar deli gibi arardı. Hesaplar sorar, belalar okur, gerekirse hem kızı hem Onur’u yerin dibine sokar, bununla da yetinmeyip Onur’un evini bulur ikisini de paralardı. Oysa, şimdi ruhu o kadar yorgundu ki. Bedeni sadece telefonunu kapatabilecek kadar bir hareket sağlamıştı ona.

“Kullandın Onur’u Hülya. Teninde dolandırdın, kendine kahvaltı hazırlattın, tutkuyla seviştin. Ona ‘sevgilim’ adını verdin. Bu böyledir, birileri gelir seni birşeylere inandırır. Aslında bu, o kişinin başarısı değildir, tamamen senin inanmaya hazır beklemenle alakalıdır. Biliyorsundur başına gelecek her birşeyi. Cesaretin olduğu için sonunu bile bile atlarsın hikayenin içine. Tek zor olan, bu hikayenin sonunu bile bile içten oynamandır.”

Aldığı derin nefesi başgarson Şehmuz’a seslenerek sonlandırdı.

“Şehmuz, bana bir Jack getirir misin rica etsem. Bol buzlu olsun lütfen.”

Şehmuz, Hülya’ya bir şey olduğunun farkındaydı, fakat Hülya başlamadan o asla başlamazdı. Jack’i getirmiş ve Hülya’nın başında bekliyordu. Hülya ona bakıp sadece iki damla gözyaşı akıttı gözlerinden. Konuşamadı. Her şeye en mantıklı yönünden bakan Hülya bu kez kelimelerle dans edemedi.

Şehmuz’un huzurlu sesini dinledi.

“Bakın Hülya Hanım. Belli ki bu bir aşk acısı. Bir kadın eğer konuşamıyor ve sadece gözyaşı akıtıyorsa canı gerçekten çok yanmış demektir. Ama ne olur, herkes aynı gibilerinden basit kelimeler kullanmayınız, sizin kadınlığınıza yakışmaz. Hayat, belirli kurgular üzerine kuruludur. Eğer o adam hayatınızda çıkıp gittiyse bunun muhakkak güzel bir nedeni vardır. Daha güzel bir aşk, daha çok huzur ve belki de bedenin diğer yarısı. Sizden tek bir ricam var, lütfen bu bitişi tebessüm ile uğurlayın. Adınıza ve namınıza bu yakışır.”

Bu dizelerin ardından sessizce uzaklaştı Şehmuz.

Gözlerinden akan yaşları silen Hülya kadehini yıldızlara doğru kaldırdı ve;

“Hep aynı the end’lere kaldırıyorum kadehimi. Biliyorum ki, bir gün gerçekten güzel bir son benim olacak ve ben o zamana kadar hep aynı the end’leri yaşayacağım. İnanırmış gibi yaparak, heyecanla.”

Serpil Şahin
serpil5sahin@gmail.com
www.serpilsahin.net





SERPİL ŞAHİN
YAZARA E-POSTA GÖNDER

 

Diğer yazıları liste halinde görmek için tıklayın >

Favorilerinize ekleyinAnasayfaya dönPaylaşın
GÜNLÜK FALINIZ
HAVA DURUMU

REKLAM
reklam@cosmoturk.com

İLETİŞİM
cosmoeditor@cosmoturk.com

TEL: (0212) 280 07 00
FAX: (0212) 244 13 32

-->
>