KÖŞE YAZILARI | SERPİL ŞAHİN

Edepsiz Komedya

"Yalnızlık, çok eşlilik, kavga, aşk, fakirlik, zenginlik, asalet, rezillik, çirkinlik, güzellik, maganda, gay, travesti… "
 
   
 
 
     

EDEPSİZ KOMEDYA

Taksim size ne anlatır? Nasıl hissedersiniz her türlü karmaşanın olduğu bu küçük İstanbul’da kendinizi?

Yalnızlık, çok eşlilik, kavga, aşk, fakirlik, zenginlik, asalet, rezillik, çirkinlik, güzellik, maganda, gay, travesti… Hepsi enteresan bir düzen içinde karma karışık yaşayıp gidiyor…

Nefret ettiğim kadar seviyorum Taksim’i. Hele Tünel kısımlarına doğru ilerlediğimde daha da bir içim açılıyor. O kalabalıkta elinde laptopu, ayağında topuklu ayakkabısı, sırtında siyah paltosu ile hayat telaşı yüzüne yansımış “O kadın” benim.

Bugün yine o çok sevdiğim yerdeyim; Ada Cafe’de. Kendime tek kişilik bir masa seçtim, sakince oturdum. Garson geldi, nazik çehresi bana gülümseyerek kendim için bu akşam ne yemek istediğimi sordu. Sipariş verildi, sıra bu kalabalığın izlemekte, sesini dinlemekte.

Hemen yanımda oturan çift, tam karşımdaki kalabalık arkadaş grubu, diğer bir yanımda bulunan 50’li yaşlardaki gençler. Gökkuşağı gibiler. Dışarıdaki kalabalığı aratmayacak bir kalabalık içerde de hakim. Bu şehirdeysen nerede olursan ol, bu kalabalığı çekeceksin arkadaş. Kendi içindeki kalabalıkla eğer çatışıyorsa bu gözle görülen kalabalık, bu şehirden kaçmanın tam vaktidir. Ben katlanabiliyorum henüz bu harikalar diyarına...

Hayatımın her evresinde farklı bakabilmeyi, “yukarıdaki” şükürler olsun ki bana öğretebilmişti. Gerçi onun en tembel ve en az söz dinleyen öğrencisi olmama rağmen hala beni cezalandırmıyor. Sevgi ve sabrını eksik etmiyor, nimetleri az da çok da olsa üzerimde. Sanırım “O”, bu yüzden Tanrı. Miyadımı doldurmadı henüz İstanbul’a karşı.

Karşımdaki kalabalık arkadaş grubundaki gözlüklü adam ilgimi çekmişti. Diğerleri gülerken o sadece tebessüm ediyordu. Yaşça 40’larda olmalı. Beyazların çoğunluk olduğu at kuyruğu uzun saçları, yüzündeki kirli sakalıyla arkasına yaslanmış oturuyor. Üzerinde boğazlı bir kazak… Ben diyeyim yazar, siz deyin yönetmen ya da reklamcı…

Bir ara göz göze geldik, Yüzündeki değişmeyen tebessümle selamladı beni. Tebessümlerin arasında en ufak bir fark yoktu. Ben de karşılık verdim bu sade tebessüme 32 diş birden. Bir anda şaşkınlaştı bakışları. Gözlerini geri aldı üzerimden. Ben şaşırdım…

Bu geceki kurbanım belli olmuştu, deneğim tam da karşımdaydı. Aramızda 2 metre gibi bir mesafe olmasına rağmen hayat kırışıklıkları rahatlıkla göze batabiliyordu. Neden burada olduğunu, benim neden ona baktığımı anlamaya çalıştığını hissediyordum. Birazdan dayanamayıp yanıma geleceğini de… Eee, kim olsa onun yerinde merak edip neden bu kadar baktığımı sorardı...

Ama beni yanıltmıştı. Gelmedi yanıma. Sormadı neden O’na baktığımı, güldüğümü… Masasındaki kalabalığa yine aynı tonlarda eşlik ediyor, kaçamak bakışlarla da beni yalnız bırakmamaya özen gösteriyordu.

Yanımdaki elma şekeri çifte takıldı kulaklarım.

“Daha önce saçımı 4 farklı renge boyadım, kızılından çikolatasına. Yani inan saç dayanmazdı ama benimkiler dayandı. Ben kadar güçlü saçlarım.”

Bir ara şampuan reklamı dinliyorum zannetmiştim.

Halinden bin pişman yağız delikanlı da “Neden doğal rengine dönmüyorsun, eminim sen de kendi rengini unutacaksın yakında.” dedi.

Kız zeytinyağcılık oynayıp “Neden unutayım, siyahım işte. Ay hayır yani tam siyah değil koyu kestane sayılır” diyor. Ve tam da burada bende film kopuyor.

Mumların olduğu şık bir masada oturuyorsun ve sevdiğin adamla konuştuğun konu anımsayamadığın saç rengin ve kendini öldürmek için dünya kadar para verdiğin boyaların. Erkek bununla ilgilenmiyor ki; aklı ya gerçek aşkında (yani sende) ya da sadece bedeninde a deli kadın. Ona ne senin sürekli değişen saç renginden :)

Kafamı kaldırdım. Yine tebessümle bakıyordu bana. Çok mu belli olmuştu acaba yanımdaki elma şekerlerini dinlediğim? Baktım bana bakan gözlerine; ama öyle bir şey sezinlemedim. Bir masasına bir bana tebessüm ediyor… Neden böyle yapıyor ki? Amacı neydi acaba… Benle tanışmak mı istiyor? O zaman neden gelmiyor masama? Herhalde utangaç biri, gelmeye çekiniyor… E belli mi olur biz kadınlar önce güler sonra tersleriz  Bekli de bunun korkusu vardı o sakin tebessümünün ardında gizlediği.

Ne kederli. Koca mekanda bunca kalabalığın içinde yalnızlığı ile tek boğuşan benim. Herkesin masasında çok mutlu olmasa da birileri var. ‘Yalnızlığın içinde yine yalnız olmak mı, yoksa kalabalığa dalıp kendi yalnızlığını kandırmak mı?” diye kendimi kandırmak istesem de biran, yanıtını henüz bulamadığımı hatırladım.

Gözlerimin önünde romantik takılmaya çalışan mumlara çevirdim gözlerimi. Ne bakıyorsun öyle mum kardeş. Yalnız olamaz mıyım? Seni yalnız başıma izleyemez miyim? İllaki biri mi olmalı yanımda. Bir arkadaş ya da sevgili. Bak ne güzel, ben kendimle de konuşabiliyorum. Senle de sohbet edebiliyorum. Kaç kişi becerebilir ki yalnızlığında kendini dile getirebilmeyi…

Derken önümdeki romantik takılmaya çalışan mumlardan birinin, alevinin aniden gürleşmesiyle kendime geldim… Kafasını şişirdim galiba  Mumun sesini duyar gibiyim ‘Abla bırakmadın ki yengeye iki kur yapalım’…

‘Pardon mum kardeş.’ Öyle bir iç geçirdim ki; 50 yaşlarındaki genç amca arkasını dönüp bana bakmak zorunda kaldı. “Selamlar güzel bayan” dedi ve hiçbir şey söylememiş gibi yeniden masasına döndü.

Garip bir akşam. Sonu hayırlı bitse bari.

Mekanı içime çekmek istiyorum, burada şu an yaşayan her anıyı hayal etmek, zihnimde insanları analiz etmek istiyorum. Gözlerimi kapadım… Kafedeki herkes film şerdi gibi zihnimde yer buluyor. Mumlar bile…

“Hanımefendi, bu not size.” Tiz bir erkek sesi ile irkilerek açtım gözlerimi. ‘Not mu? Kime? Bana mı? Kimden? Neden? Niçin?’… Sorularının beynimde uçuşmasıyla garsonun uzattığı kağıdı almam bir oldu.. ‘Neyin nesiydi şimdi bu not?

Mavi, düzgün bir el yazısıydı canımı sonradan çok yakacak not defterinden koparılmış kağıda yazılanlar...

“Şu kafeye girdiğinden beri farklı bir ışık saçtığını öncelikle söylemek isterim; ama ışığın çok yönlü değil. Tek bir yöne, sadece kendine ışıldıyorsun. İnsanları izlemek, izlerken onlar hakkında hikayeler uydurmak sanırım çok hoşuna gidiyor. Ama dikkat et küçük hanım o hikayeleri yazarken. Kendini çok içine koyma; yanılırsın. Hayata karşı yalancı gülüşler sergileme. Tebessümüme 32 diş karşılık verme. Mecbur değilsin. Sadece tebessüm et. Hayata ve çevrendekilere, tebessümün hep aynı ritimde olsun. Olsun ki karşındaki ‘Ne kadar net’ diye kıskansın. Deli gibi sırıtıp, ardından birden surat asarak içindeki karmaşayı kusma dışarı. Ve güzel kadın, sen sen ol. Sana bakanlar, etten ziyade başka şeyler düşünsün. Bu koca kent kandırmasın seni. Kalabalık karmaşık ritmine kanma sen. Onun da tebessümüne de insanlar 32 diş gösterdi. Bu sahte gülüşler bu koca kentin önüne perde çekti. Sen de sırıtma İstanbul’a. Perde çekme İstanbul ile arandaki bağa. Sen, İstanbul gibi ol. Tebessüm et sadece. Çekici, sade, asil, doğal, asi. Tıpkı İstanbul gibi. Yalnızlığını ilan etme. Sen, yalnızların prensesi değilsin. Bu edepsiz komedyada en edepli rolü kap ve sadece “SEN” ol küçük hanım.

İmza: Tebessüm eden adam

Serpil Şahin
serpil5sahin@gmail.com
www.serpilsahin.net



SERPİL ŞAHİN
YAZARA E-POSTA GÖNDER

 

Diğer yazıları liste halinde görmek için tıklayın >

Favorilerinize ekleyinAnasayfaya dönPaylaşın
GÜNLÜK FALINIZ
HAVA DURUMU

REKLAM
reklam@cosmoturk.com

İLETİŞİM
cosmoeditor@cosmoturk.com

TEL: (0212) 280 07 00
FAX: (0212) 244 13 32

-->
>