Tanıştıktan sonra sükunetinin ardındaki samimi karakterine hayran kaldığımız Öykü Karayel ile gerçekleştirdiğimiz sohbeti okuduğunuzda kendinizi bu güzel ve başarılı oyuncuya bir adım daha yakınlaşmış hissedeceksiniz…
Aslında tahmin ediyordum ama yine de tanıştığımız zaman “bu kadar dinginlik nasıl olabilir?” diye düşündüm... Hep mi böyleydin?
Böyleyim genelde. Hatta bu yüzden durgun ya da enerjisiz zannediliyorum çoğu zaman ama dengedeyim aslında. Sadece duygularımı çok uçlarda yaşamıyorum, böylesi daha iyi geliyor bana.
Birçok şeyin karşısında sessiz kalabilmek büyük bir erdem aslında... Özellikle karşı olduğun veya canını sıkan, seni üzen konularda veya tam tersi yükselen duyguların olduğunda da sükunetini koruyabiliyor musun?
Dediğim gibi genelde sakinimdir. Hepimiz insanız, tabii ki ben de öfkeleniyorum, üzülüyorum. Böyle de robot gibi oldu şimdi ama sinirlenince falan nadiren de olsa ayarı kaçırdığım anlar oluyor tabii…
Bir ailenin ikiz çocuklarından biri olarak nasıl bir çocukluk yaşadın?
Oyun oynamakla geçti hayatımız; kendi uydurduğumuz bir yığın oyunla. Asla sıkıcı bir çocukluk değildi.
İkiz olmak neler hissettiriyor size? Zorlukları veya kolaylıklarını nasıl yorumlarsın? Mesela hayatınız boyunca kişisel olarak zorlanacağınız herhangi bir anda birbirinizin yerine geçtiğiniz oldu mu?
Güzel yanları da zor yanları da var ama en önemlisi büyürken hiç yalnız hissetmedik kendimizi...
Annemle babam bebekliğimizden itibaren hiçbir zaman aynı kıyafetleri giydirmedi bize, okulda hiç aynı sınıfa koymadılar. Ortak arkadaşlarımız oldu ama hep. Hatta bir kez onlar eğlenmek istedi diye okulda yer değiştirdiğimiz olmuştu ama çok çalışmadı.
Çemberlitaş Kız Lisesi’nde okumuşsun... Nasıl bir duyguydu kız lisesinde okumak?
Kız lisesinde okuyan son jenerasyonuz biz. Zaten o zamanlar bile çok yoktu, biz liseye girdik, lise bir bitti ondan sonra karma oldu bütün liseler. Alt sınıflarımıza küçük erkek çocukları geldi. Biraz havalı ve gıcık bir kız grubuyduk, gururumuzdan onların yüzüne bile bakmadık.
“Çocukken evcilik oynarken bile rolümü ciddiye alırdım” demişsin, oyuncu olmaya nasıl karar verdin? Suskun karakterin rol yaparken seni zorlamıyor mu?
Karakterimin rolle alakası olamaz ki zaten, bambaşka şeyler gibi geliyor bana ikisi. Bir mimara, sakin bir karakteriniz var, proje çizerken zorlanmıyor musunuz demekle aynı şey sanki. İş sonuçta ve bütün bunların işle bir alakası olmaması lazım.
Sessizliğinden dolayı soğuk olarak adlandırılıyor musun sete ilk girdiğin zaman?
Tabii, her zaman ama sonra alışıyorlar.
Krek Tiyatro Topluluğu’ndaki ilk oyununla büyük beğeni topladın, bu övgüyü bekliyor muydun?
“Güzel Şeyler Bizim Tarafta”, öncelikle metnin kendisinin çok etkileyici ve çok kıymetli olduğu bir oyundu. Berkun Oya, o kadar güzel yazmıştı ki oyunu, bir kelimeyi bile unutsam içim acıyordu. O karakteri oynamayı da çok sevmiştim. Provalarda yapamıyormuşum gibi geliyordu bana ama seyircili ilk oyundan sonra değişti benim de fikrim. Her zaman çok özel bir oyun olarak kalacak benim için.
Peki dizi sektörüne girmeye nasıl karar verdin?
İlk önce Kuzey Güney’in senaristi Ece Yörenç geldi izledi oyunu, sonrasında Kerem Çatay ve sonra da her şey çok hızlı gelişti.
İlk rolünün hem başrol olması hem de Kıvanç Tatlıtuğ ile oynayacak olmak sana neler hissettirdi?
Çok anlamadım aslında, her şey çok hızlı oldu gibi geldi bana, hatta yabancılaşmaya bile vakit olmadı sanki.
Beyaz perde ile ilk tanışıklığın , Zeki Demirkubuz’un “Bulantı” filmiyle oldu... Bu filmin projesi sana ilk geldiğinde ne düşündün, nasıl değerlendirdin, neden kabul ettin?
İlk filmim Zeki Demirkubuz filmi olunca o zaman, başka bir şey düşünmedim açıkçası.
Bir başka fark yaratan sinema projen de Afganistan’da çektiğiniz Gözde Kural’ın “Toz” filmiydi. Neler hatırlıyorsun bu filme dair?
Çok, çok fazla şey hatırlıyorum ki, oturup iki gün boyunca anlatmam lazım. Askerlik anısı gibi, ömrüm boyu anlatırım, burada ne söylesem eksik kalır. Hatırladıklarımı üç kelime ile özetleyecek olursam; dostluk, fedakarlık ve onur.
Bir senaryo yazsan nasıl bir konusu olurdu ve sen nasıl bir karakteri canlandırıyor olurdun?
Bilmem ki… Herkes gibi arada yazdığım şeyler oluyor ama onlarda da niyeyse erkek oluyor yazdığım karakterler genelde.
En sevdiğin kadın ve erkek oyuncular kim? Kimlerle aynı sahneyi paylaşmanın hayalini kurarsın?
Birçok isim var; çünkü çok fazla iyi oyuncu var bu ülkede. Benimle aynı jenerasyondan da oyuncular var, hepsini sayabilmek çok zor. Birbirinden ayırıp birkaç isim söylesem yanlış olur.
Birkaç aylık yurt dışı serüvenin olmuş, ne içindi? Neler deneyimledin yurt dışında yaşarken? Bizimle ne gibi farklılıkları var? Oyuncu gözüyle kıyaslarsan neler söylersin?
Biz Erasmus gençliğiyiz; benimle aynı yaşta çok insanın böyle birkaç aylık deneyimi olmuştur. Benim açımdan eğitime çok şey kattığını söyleyemem ama deneyim olarak tabii ki çok değerliydi. Londra’ya gittik ve orada birçok tiyatro oyunu görme, birçok ünlü oyuncuyu sahnede izleme fırsatımız oldu; bu kısmı benim için daha öğreticiydi açıkçası. Sahneye çıkan hiçbir oyuncunun teknik anlamda eksiği yoktu, herkes çok iyi oyuncuydu ama parlak oyuncu nadirdi. Çünkü bahsettiğim parlak oyuncular hem teknik anlamda mükemmel hem de duygu dolu olup üstüne üstlük o duyguyu çok iyi yansıtabilen oyunculardı. Hissiyat, benim için bu meslekte en önemli şey; onu yakalayabilirsen iyi oyuncu oluyorsun. Orada gördüklerimden sonra söyleyebileceğim şey şu: Türkiye’de gerçekten çok parlak oyuncular var, sadece işin teknik kısmı eksik kalıyor bazen. Aslına bakarsak, o da işimizin olmazsa olmaz bir kısmı.
Nasıl biri oluyorsun aşık olduğun zaman?
Bunları hiç söyleyemem ben, çok çekinirim böyle şeyler anlatmaktan, hiç bana göre değil.
Kasım itibariyle başlayacak olan yeni dizin Muhteşem İkili’de nasıl bir karakteri canlandırıyorsun? Bu karakterin seni zorlayan yönleri oldu mu? Veya kendine benzettiğin yönler var mı?
Her karakter zorluyor beni; çünkü oynadığım bütün karakterlerin birbirinden farklı olması gerektiğine dair bir düşüncem var. Kendi içimde çok küçük ayarlamalar yapmaya çalışıyorum, o kısımda ne kadar başarılı oluyorum bilmiyorum ama bu işe ilk başladığımda eğilimim ve çoğu insanın ilk başladığındaki eğilimi; rolü kendine yaklaştırmak oluyor. Artık bir yerden sonra o zevk vermemeye başlıyor ve yeni şeyler keşfetmek istiyor insan kendinde.
Bu projeyi kabul etmende belirleyici olan unsurlar nelerdi?
Önce senaryoydu, tanıdıkça da ekip oldu.
Kerem Bursin, İbrahim Çelikkol ve Özge Gürel, başrolü paylaştığın arkadaşların... Onlarla beraber oynamak nasıl?
Gerçekten bütün oyuncu arkadaşlarım çok tatlı insanlar, birbirimizle kafamız çok uyuştu. Dizi söz konusu olunca benim için önemli olan şey samimiyet oluyor. Çünkü gerçekten, bir diziye başladığınız zaman ailenizden çok, o insanlarla vakit geçiriyorsunuz.
Üniversitede bir hocamız nefret ederdi bu samimiyet lafından; aslında yeri yoktur bu işte, çünkü iş yapıyorsunuz diye düşünürdü. Ama benim için hala önemli, böyle çalışıyor kafam.
Nasıl bir beklentin var bu projenin geleceğine dair?
Benim gibi düşünenlerin çok keyif alacağını, çok eğleneceğini düşünüyorum.
Bundan sonraki süreçte oyunculuğa dair kendine ne gibi yatırımlar yapmayı düşünüyorsun?
Ses ve nefes kullanımıyla ilgili eksikliklerim var hala, onları geliştirmeyi düşünüyorum.
Eşin müzisyen, senin de aslında çok melodik bir ses tonun var, müziğe yönelmeyi düşünmez misin hiç?
Sadece gerektiğinde doğru şarkı söyleyebilecek kadar kulağım ve ezberim var, o da bana yetiyor.
Bu kadar ince kalmayı nasıl başarıyorsun? Yemekle aran yok mu?
Hem de nasıl var! Çok severim güzel yemek yemeği. Koca koca cüsseli adamlarla aynı porsiyonu yerim. Rejim diye bir şey hayatım boyunca yapmadım ama çocukluğumdan beri tatlıyla aram hiç yoktur. Ne bileyim, belki ondandır ama otuzdan sonra bu yemeyle böyle kalacağımı zannetmiyorum.
Bu ayın gurme içeriğine özel olarak da birkaç soru soralım o zaman... Türkiye’de ve dünyada en sevdiğin restoranlar hangileri?
Restoran adı pek hatırlamam ama Barselona’da ve Milano’da her yerde, hatta hiç tahmin etmediğim, bir şeyler atıştıralım diye girdiğimiz yerlerde bile, şaşırtıcı şekilde iyi yemekler yedik. Bir de kesinlikle önereyim: Venedik’te Estro, inanılmazdı. Türkiye’de de özellikle İstanbul’da, bütün dünya mutfaklarının çok iyi örneklerinin olduğunu düşünüyorum. Bir de Çeşme merkezde Horasan.
Peki en sevdiğin mutfak?
Japon, İtalyan ve Türk.
Yemek yapmayı seviyor musun? Kendi mutfağını açma fikrin nasıl oluştu ve bu süreç nasıl gelişti?
Benim hem yakın arkadaşım hem ortağım Deniz, mimardır. O kurumsal dünyadan, ben de bizim sektörün düzensiz ritminden sıkılmıştım bir ara. Yemek yapmayı da çok sevdiğim için, Deniz de hesap kitap işinde iyi olunca; kendi yerimiz olsun, kendimiz çalalım, kendimiz oynayalım istedik. Öyle açtık Bonkis’i.
Kısa kısa...
Seyahat etmeyi sever misin?
Çok!
Hayatta en çok nelerden heyecan duyarsın?
Deneyimlemediğim, bilmediğim şeylerden.
Burcunun hangi özelliklerini taşıyorsun?
Bütün burçları az - çok bilirim ama bana kendimi sormayın, bilmiyorum.
Herkesi şaşırtacak bir alışkanlığın var mı?
Yok.
Mutluluğun formülü ne sence?
Duygunun bir formülü olur mu?
Röportaj: MAG