RÖPORTAJ

Şehirden Kaçan Rockçılar Yeni Hayatlarını Anlattı-3 Burak Güven

Şimdilerde kentten kırsala göç trendi var.
 
   
 
 
     

Uzun yıllar büyük kentlerde yaşayanlar hayallerindeki hayatı yaşayabilmek için özellikle Ege ve Akdeniz bölgelerindeki sakin bölgelere göç ediyor. Kentin trafiğinden, gürültüsünden, stresinden uzak sakin bir yaşamı tercih ediyor. Bu kervana ünlü isimler de dahil. Ünlü rockçılardan Aylin Aslım Kaş’a, Hayko Cepkin Kuşadası’na ve Mor ve Ötesi’nin bas gitaristi Burak Güven ise Göcek’e yerleşen isimler arasında.

RedBull.com için özel röportajlar yapan Melis Danişmend sırasıyla bu ünlü isimleri ziyaret ederek yeni hayatlarına dair bilinmeyenleri konuştu.

Röportajların tamamına RedBull.com adresinden ulaşabilirsiniz.

BURAK GÜVEN:

“Ben hala gece 3'te, 5'te bir yerlerden sallanarak çıkarken yaşıtlarımın çoğunda ilk çocuk doğmuş, evin taksidinin ödenmesi durumları vardı. E eskisi kadar çekmiyor. Bir de gerçekten çocuk bir milat. Evliliğe göre çok daha büyük bir milat. Çocuktan sonra sert dönüşler yapan insanlara hiç şaşırmamak lazım, olunca anlıyorsun neden olduğunu.”

Ne kadar zamandır buradasınız?

Göcek’le tanışmamız, 2004-2005. Yelken yarışına katılma vesilesiyle gelmiştim buraya.

A sen yelken mi yapıyordun?

Evet. Zaten hikaye tekneden buraya bağlanıyor. Çocukluğumdan itibaren hep, ‘Ne zaman bir teknem olacak?’ diye düşünürdüm, içimde bekleyen bir şeydi. Açık Radyo programcısı Beysun Gökçin vardır, bizim Gül Kendine albümünün kapak fotoğrafını da çeken, onun sayesinde daldım yelkene. 2008’de bir tekne aldık, onun tadilatı için buraya geldik. O tadilat beklediğimizden çok uzun sürdü. Göcek’in içinden denize girme şansı da pek yoktur. Resmen sıkılıyordum, ‘Ne zaman kurtulacağım şuradan,’ diye (gülüyor). Sonra tekne yapıldı, ilk heves Gümüşlük’e gittik ama hemen geri döndük. Meğer geçen zaman içinde buraya çok alışmışız. Teknede de vakit geçirmek istiyorduk, ‘Nasıl olacak bu?’ diye düşünmeye başladık. Çünkü Ebru’nun çiçekçisi İstanbul’daydı. Buraya bir göz attık, baktık onun tarzında bir boşluk var, diğerleri daha standart çiçekçi. Dükkanı açtık.

Bütün bunlar olurken İstanbul’a gitmeli gelmeli bir halde miydiniz?

Evet.

Hatta o zaman Büyükada’da yaşıyordunuz bildiğim?

Evet.

Daha önce neredeydiniz?

Çiftehavuzlar, Göztepe… İstanbul’un yumuşak tarafları.

Orada olmak bile bastı mı?


O da bastı. Zaten basmalar sinyallerini 2007’de vermeye başlamıştı. İstanbul’un özellikle trafiği ve sosyolojik değişimi, bizim sıkılmamız derken 2010’da adaya taşındık. Orada da çok güzel günlerimiz geçti fakat hem deniz tutkusu hem burada böyle bir hayat şansı olunca Göcek’te daha çok vakit geçirmeye başladık. Son dört yılın yedi-sekiz ayı burada, üç-dört ayı İstanbul’da geçti. İstanbul’un her geçen gün birazcık daha bozulması, buraya daha çok alışmamız, çocuk derken git-gelden yorulduk. Ve yerleşmeye karar verdik.

İstanbul’daki evi kapattınız mı?


İstanbul’la bağlarımız koptu, adadaki evi kapattık. Ada aslında çok güzel. Şehre en yakın olup en uzak kafaya varabileceğin yer. Oradaki sabah yürüyüşlerimi falan özlüyorum. Fakat İstanbul’un kaosundan oranın da nasibini almamasına imkan yok.

Bu zor bir karar mıdır? Aslında siz geçişlerle bu noktaya varmışsınız ama

Bana zor olacak gibi geldi ilk başta. Çünkü doğduğum, büyüdüğüm yerlerden gitmek kolay değil. Ama o kararı çok hızlı almadığımız, adım adım gittiğimiz için acıtmadı, sıkmadı yani. Memnunum aldığımız karardan. Çevremde de bunu düşünen, yapan, o yolda olan pek çok insan var. Ama çocuk olduğu vakit, onun eğitiminden sağlığına kadar bir sürü konuda soru işareti olabiliyor. O açıdan siz rahatsınız anladığım kadarıyla valla gayet rahatız çünkü İstanbul, o aşırı imkan izlenimi içerisinde aslında çok da öyle olmayan bir yer. Yağmur’u adada büyüttük ilk yılında. Aslında çocuk kararı almamızda da adanın çok büyük etkisi var çünkü sanırım anakarada yapamazdık bunu, öyle bir cesaret olamazdı. Adada bir gece 41 derece oldu ateşi, ‘Ne yapacağız?’ gibi korkular oluyor tabii. Çocuğu soğuttuk, geldi geçti. Ama başka bir sefer anakarada kalırken -bizim konserimiz olan bir geceydi hatta- geç vakitte Bostancı’da üç tane hastane gezdik, çocuğa kimse bakmadı. Üniversite hastanesi dahil hiçbirinde çocuk hekimi bulamadık, gezme sırasında da bizimki uyuyakaldı ve sabaha bir şeyi kalmadı. Ben o anda şunu gördüm, al sana İstanbul! Hastanenin içi full kaos, kimse ilgilenmiyor. Gecenin bir yarısı gelenler, kolu bacağı kopmuş olanlar, sarhoşlar, onlar bunlar. Maalesef İstanbul’un benim için son 10-15 yıldır neresinden tutsam elimde kalır bir hali oldu. Birisi de buydu. Artık zaman değişti. Ne büyükşehirler dışındaki yerler çok geri, ne büyükşehirler her imkanın olduğu yerler. Her manada. Eğitimden sağlığa kadar.

Çevreniz nasıl baktı bu kararınıza? Aileler, arkadaşlar?

Olumlu. Herhalde bizden bekliyorlardı, fazla bir haber değeri bile olmadı. Bir de ben annemle babamı art arda kaybettim, o da bende İstanbul’u bayağı bir bitirdi sanırım. Mesela doğduğum ev onlar ölene kadar aynı evdi. Dolayısıyla Çiftehavuzlar, Göztepe’den başlayarak Kadıköy merkezli tüm İstanbul’un, tanıdığım hayatın adım adım nasıl değiştiğini, nereye geldiğini gözlemledim.

Şu anki hali kentsel dönüşüm sebebiyle içler acısı. Herhalde sen tahammül bile edemiyorsundur

Tabii, çok sert geliyor. Bir yandan, ‘Çok berbat, nefret ettik, kaçtık oradan!’ gibi tınlamasını istemem çünkü böyle de hissetmiyorum. Her nesil biraz kendi zamanını özlüyor. Bizden önce de Rumlar’dan kalma üzüm bağlarıydı oralar. Yani her yeni ekip bir öncekinin istilacısı gibi. Ama biz onun içinde mutluyduk, huzurluyduk, sokaklarda top oynardık, 10 dakika boyunca tek bir araba geçmediği için maç kesilmezdi. Dut ağacından yerdik, vişne ağacına dalardık, aşağıda yüzerdik sahilde. Benim için çok yumuşak, tatlı anıları var. Şimdi o noktadan çok uzakta. O tanıdığım evler yıkıldı. O evlerin o huzurlu balkonlarını, sevecen yaşlı teyzelerini hatırlıyorum. Bu insanlar yok. Bir manada şehir beni dışarı attı. O yüzden şehre biraz kırgınım. Bu saçma bir şey ama şu anda şehrin bu halini çok sevmiyorum.

İlişkiniz biraz bozuldu yani

Bozuldu. Ama şehrin mitolojisini seviyorum. İstanbul’u hep seviyorum. Her zaman tarihine de ilgi duydum. Zaten İstanbul için pek bir şey fark etmez, bir gün bir silkelenir, biz de üzerinden düşeriz. Neler yaşadı. Üç imparatorluğa başkent olmuş bir şehir.

Göcek nasıl bir yer? Gözlemlerin nedir?

Kendine münhasır bir durumu var, sebebi de şu: 90’lara kadar çok çok az yerleşimin olduğu bir yerken, zenginlere ait yat ve mega yatlar tarafından büyük ilgi görmüş ve 2000-2010 yılları arasında İstanbul’a ayak basmayan ünlü, insan ve para buraya girmiş. Esnaf, Eric Clapton’dan David Bowie’ye çok kişiyle bir araya gelmiş. ‘Elton John’dan aldığım imza, Bill Gates’in doğum günü, Abramoviç’in nişanı’ şeklinde bir yer. Dolayısıyla para denizden geliyor. Kasabanın içinde bir plaj yok, o yüzden Datça, Marmaris, Kaş gibi yerlere benzetemiyorum. Küçük bir yer. Yapılaşma iki-üç katın üzerinde olamadığı için uzaktan baktığınızda, genel bir ağaç denizi, oradan çıkmış beyaz bir minare derken çok pastoral, hoş, gözü okşayan bir yerle karşılaşıyorsunuz. Doğası çok güzel. Gökova’yla birlikte her taraf koruma altında. O yüzden sahilde çirkin yapılaşma, ev, bina, otel görmüyorsun. Halkı da bence hoş. Ben gezmeye zaten meraklı bir tiptim, grup sayesinde de çok gezmiş oldum. Gökova'dan Kaş'a, Kekova’ya kadar şöyle bir pergelle çizersen, bence burası Türkiye’nin en müthiş yerleri. Bu bölgeye yağdırmış Yaradan. Denizi ve yaz hissini çok sevdiğim için bana çok hitap eden bir yer, çok seviyorum.

Ne güzel. Senin beklentilerini karşılayan bir yer olmuş

Evet, sanki o da bize yaklaşır gibi oldu. Çünkü amatör bir denizciydim, Göcek koyları çok korunaklı ve çok güzel, çok kısa zamanda bir yerlere ulaşabiliyorsun. Ayrıca Ebru’nun buradan kendi işini yapıyor olması da avantajdı. Hatta İstanbul’dan çok daha memnun çünkü hani Kızıltoprak gibi bir yerde dükkanı olmasına rağmen tam istediklerini ortaya koyamamaktan şikayetçiydi. Adam geliyordu, ‘Abla çiçeğe bir ayı assana, içine nazar boncuğu atalım,’ diye. Burada yatlardan gelen tipler çiçek kültürü olan insanlar ve yaptığı işin takdir edilmesi de ona çok iyi geldi.

Ailede iki tarafın da memnun olması kilit nokta galiba... Sonuçta hiçbir şey yapamasa ya da sen yapamasan denge bozulabilirdi

Tabii tabii. Aslında 12 ay yaşama fikrini benden önce sunan, destekleyen o. Çocuk da gerçekten çok rahat, güvenli. Maalesef şehirde unuttuğumuz şeyler var burada. Bir şey oldu mu, ‘İki dakika şu oğlana bak,’ deyip gidebiliyoruz. Dün mesela yan komşu salatalıklar, yumurtalar getirmiş bize. Böyle haller. Şehirdeki insanların o garip ya da haklı kaygıları hastalıklara yol açıyor bir süre sonra. İstanbul’da birbirine saygı çok az, sürekli potansiyel kavga durumu var. Burası küçük bir yer. O yüzden herkes davranışlarının sorumluluğunu alıyor, daha sevecen. Sanki eski Türkiye gibi.

Bir günün nasıl geçiyor?

Dönem dönem değişmekle birlikte sevdiğim bir günümü anlatmaya çalışayım. Oğlanla kalkıyoruz, kahvaltı hazırlıyorum. Bazı günler biraz kayıt yapıyorum sabah kafasıyla. Stüdyonun inşaatıyla uğraşıyorum. Teknenin çok fazla işi oluyor. Gece kalmayı çok seviyorum teknede, orada müzik dinlemek çok hoşuma gidiyor. Eş-dost çok, burada tanıştık. Spontane bir durum var, o çok güzel. Bir arkadaşınla bira, kahve içeceksin diye üç telefon görüşmesi yapıp iki hafta sonrası için sözleşmiyorsun (gülüyor). ‘Hadi gel abi otur!’ oluyor. Ben zaten daha doğal şeylere yakın hissetmişimdir kendimi. Burası beni daha mutlu ediyor.

Konserler olduğu vakit nasıl bir programın oluyor?

Göcek’in bir artı özelliği de evin kapısından çıktık mı, 20-25 dakikada X-ray’deyiz. O çok iyi.

Kaç gün önceden gidiyorsun?

Keyfime göre. Mesela konularımız birikmiş ya da özlemişiz birbirimizi, gidiyorum Harun’da (Tekin) kalıyorum. Son bir yılda, son 10 yılda geçirmediğimiz kadar vakti geçirdik beraber. Gece sabahlayarak, konuşarak, çalarak geçirdik.

Gruba yerleşme kararını açıkladığında ne dediler?

Valla çok normal karşıladılar.

Onların da hayali bu mu?

Yani emin değilim, zannetmiyorum çok (gülüyor).

Mor ve Ötesi’nde bunu yapacak tek ya da ilk adam sen miydin?

Tabii. Doğaya doğru bendim. Ama Kerem Özyeğen de (gitar) gidip Sırbistan’a yerleşerek çıtayı çok yükseklere koydu. Ben şimdi ne yapsam boş (gülüyor).

Geldiler mi seni ziyarete?

Geldiler.

Nasıl buldular?

Beğendiler valla. Şimdi bu stüdyo projesini de anlatıyorum onlara.

Bir sonraki mor ve ötesi albümü burada mı kaydedilir acaba?

Valla belli olmaz, olabilir. Biraz öyle planlıyorum. İçinde prova da yapabileceğimiz, istersek kayıt da alabileceğimiz bir yer olacak. Bu arada mesela grubun ilk dönemleri olsa veya internetten sonra genel sistem bu kadar değişmemiş olsa buraya gelemezdim. İstanbul’daki müzik-sanat çevresinde tüm iş oradan dönüyordu, yoğun bir bağımlılık vardı, İstanbul’u 10 gün bırakmaya gelmiyordu 10-15 yıl evvel. Şimdi hem iletişim şekli değiştiği hem de grupta herkes birazcık kendi hayatına yoğunlaştığı için bunu yapabiliyorum. Eskiden bir şirkete CD götürmek gibi şeyler vardı. Yine 10 yıl önce, albüm sorgulanmaz bir konseptken şimdi hiç kimseden albüme yönelik bir şey duymuyorum. Ne müzisyen ne dinleyen istiyor.

Buranın senin üzerindeki etkisi sence yeni şarkılara yansır mı?

Yansır.

Ne yönde?

Büyükada ilk yılında bana müthiş yansımıştı. Buraya henüz yeni yeni yerleştiğimiz için kendime çok yoğunlaşamıyorum. Benim daha iyi ürettiğim vakitler bir parça günlük hayattan koptuğum vaziyetler, yerden yüksek haller. Buradaki yerleşme işlerini halletmek, stüdyoyu oturtmak istiyorum. Ondan sonra gruba da yarayacak şarkılar çıkar mutlaka.

Daha pastoral bir hayattan bahsediyorsun ya, onunla örtüşen bir sound, sözler mi olur?

Henüz büyük kayıpların, yeni doğumların ürününü tam almadım. Onlardan bir şeyler gelir.

Türkiye’nin en büyük rock gruplarından biri mor ve ötesi. Hayatınız konserlerde, turnelerde, gece hayatının içinde geçti. Şimdi Göcek'te tatlı tatlı bahçende oturuyorsun. Kesinlikle yaşlanmak falan demiyorum da, bu aynı zamanda bir olgunlaşma, bazı şeyleri sindirme, doyuma ulaşarak uzaktan bakmakla da mı alakalı?

Tabii. Aslında ben en başından beri nasılsam onu korumaya çalıştım. O yüzden daha pastoral, sakin hayata geçiş çok sert olmadı. Öyle bir dünyam zaten vardı. Gece hayatından da alacağımı aldım, vereceğimi verdim. Sakin mizaçlı bir tipim ama aynı zamanda eğlenmeyi, içmeyi de çok severim. Müzisyenliğe giden bir yolda tamam küçüklükten beri yeteneğim vardı ama bir o kadar da o tip bir hayat tarzına merakımdan, sabah 8 akşam 5 işlere ilkokuldan beri, ‘Olacak iş değil!’ diye bakmamdan kaynaklanıyordu. Tabii bir süre sonra her gece çıktığın tipler yavaş yavaş çevrenden eksiliyor. 'Ulan bir ben kaldım, bir Hakan Tamar!' diyorsun (gülüyor). Ama Hakan hala orada kalıyor, aslanım benim, hiç değişmiyor. Biz bayağı bir dolandık, sıramızı savdık. Ben hala gece 3'te, 5'te bir yerlerden sallanarak çıkarken yaşıtlarımın çoğunda ilk çocuk doğmuş, evin taksidinin ödenmesi durumları vardı. E eskisi kadar çekmiyor. Bir de gerçekten çocuk bir milat. Evliliğe göre çok daha büyük bir milat. Çocuktan sonra sert dönüşler yapan insanlara hiç şaşırmamak lazım, olunca anlıyorsun neden olduğunu.

Nasıl bir şeymiş baba olmak?

İlk altı-yedi ay karışık ve kendini daha yetemez hissettiğin zamanlar geçtiği vakit zevki gelmeye başlıyor. Ve bende çok fazla flashback yapıyor çocuk. Ben anılara meraklı, hislerini sürekli kontrol etmenin, anlamanın peşinde bir tip olduğum için çok hoşuma gidiyor. Yağmur’dan sonra kendi çocukluğumla ilgili çok fazla şey hatırladım, çok fazla ailemle ilgili düşünüyorum. Çocuk insanın kendini düzeltmesi, yenilemesi için inanılmaz bir fırsat sunuyor insana. Her şeyini gözden geçiriyorsun.

Hayat değerlendirmesi mi yapıyorsun?

Aynen. Bunu olumlu kullanırsan büyük bir şans, böyle bir kursu bedava almak...

Esas kişisel gelişim bu yani?

En baba kişisel gelişim, herkesle tartışırım (gülüyor). Babanı anlıyorsun, kendini görüyorsun, ‘Ah ulan bunun sebebi bu muymuş!’ diyorsun, sabahtan akşama kadar psikanaliz.

 

Favorilerinize ekleyinAnasayfaya dönPaylaşın
GÜNLÜK FALINIZ
HAVA DURUMU

REKLAM
reklam@cosmoturk.com

İLETİŞİM
cosmoeditor@cosmoturk.com

TEL: (0212) 280 07 00
FAX: (0212) 244 13 32

-->
>