Son zamanlarımı bunu öğrenmek üzerine planladım. Kaybettiğim dengemi aramakla geçirdiğim zamanda biriktirdiğim sabrımı ise, kendini ne istediğini bilmez bir insan zanneden, kış ve yaz arasında gidip gelen havanın dilinden anlamakta harcıyorum. Harca harca bitmiyor: Ne sabır. . .
En çok yürürken düşünüyorum. Bu durumun bana özgü bir hareket olmadığını düşünüyorum mesela. Çoğu insan yürürken düşünür. Ya da ben, tırnaklarını keserken, bahçedeki zararlı otları temizlerken, kediye mama verirken, dişlerini fırçalarken, alışveriş merkezinde güvenlikten geçerken hayat üzerine düşünen insanlarla karşılaşmadım. Şu an kendimi gerçekten eksik hissediyorum diyebilirim.
Yürürken düşünüyorum. Zor bir işi başarıyorum.
Kısa boylu, bıyıklı bir adam, yanında başka biriyle konuşan bir adamın sesini bastırarak konuşuyor. Konuştuğu adamın nasıl göründüğü önemli değil. Diğer adamın da kısa boylu ve bıyıklı olduğu hiç önemli değildi. İnsan işte, öyle bir kompleks sahibi ki, kendi sesini duysa, hırsı karşısında kendinden utanacak. . . Ama duymuyor. Hepsini ben duyuyorum. Tüm dediklerini işitiyorum. İşittiklerimi marifetmiş gibi beynime gönderiyorum. Beynime güvenirim, eminim çoğunu kaydediyordur. Tüm bu gereksiz, kompleks sahibi, komik insanların bünyeleri yetmezmiş gibi bir de hiç susmayan ağızları ve hiç bitmeyen gürültüleri ile beynimdeler.
Duyduğum her şey silinsin, bulunduğum yer ferahlasın istiyorum. Bunun sonu yok. İnsanlar hep var olacak ve kendilerinin duymadığı her türlü gürültüyü yapmaya devam edecekler.
En azından onlara arkamı dönebilirim. . .
İki insanın birbirini anlaması kadar zor bir şey yok ve bu insanlar birbirlerini hiç anlamıyorlar. Biri anlatıyor, diğeri cevap bile vermeden bambaşka bir şey anlatıyor. Hepsi de kendini anlatıyor. Böyle insanları neden dinlemek zorundayım?
Arkamı dönmemle beraber, beynimin kaldırmadığı gürültü, fısıltıya dönüşüyor. Herkes sanki birden birbirini anlamaya başlamış ve ağız birliği yapmış gibi. Hakkımda konuşuyorlar gibi: Anlaşılmaktan bahsediyor ama asıl o bizi anlamıyor, diyorlar.
Öyle mi diyorlar?
Yoksa kompleks yapan ben miyim?
Birden yüzümü onlara dönüyorum: Yoklar. Kaybolmuşlar işte. İstediğim de buydu. Üstünlük çabaları ve gürültü kirlilikleri ile birlikte yok olup gitmişler.
“Aklımı ellerinizden kurtardım. Geçti. Ben gökyüzünün altında, topraklarımın üzerinde olacağım.”
**
Terastayım. Yalnız değilim. Güneş, terasın yarısını ısıtıyor, yarısı gölge. Gölge kısımdan İstanbul’a bakıyorum. Sonra bir de güneş alan kısma geçip bakıyorum. Güneş alan kısımdan gördüğüm İstanbul daha güzel. Daha özgür. Bu duyguyu hissettiğimde kaybolmasından korkup yerime oturuyorum.
Terastayım. Yalnız değilim: “Ondan bana ulaşan bir duygu var. Durgunluk diyebileceğim rahatlatıcı bir sevinç. Bunu belki de ben yaratıyorum ve onun kişiliğinde birleştiriyorum. O susarken, bakarken, uyurken, severken, solurken. Sanki bunalımı bile rahatlatıcı. O varken ya da yokken. İşte bu duygu nedeniyle onla olmalıyım, onsuz bile olsam. Diğer ilişkileri nasılsa ben sahneliyorum. İnsan, bir başka insanla ya da herhangi bir olguyla arasındaki ilişkiyi biçimlendiremezse bu ilişki yok demektir. Biçimlendirebildiğim bu durgunluk, rahatlatıcı durgunluk, sevindiren durgunluk, belki de beni yenen tek duygu. Öfkesi durgun, huzursuzluğu durgun. Kendi içine doğru yaşıyor, kendi içine doğru seviyor.”
Yanından kalkıp İstanbul’a tekrar bakıyorum, bu sefer gölge taraftan. Güneşli taraftaki güzelliği bu sefer burada da görüyorum. Durgun bir güzellik. Durgun bir sevinç.
Bugünümün neredeyse tamamını onu düşünerek geçirdiğimi fark ediyorum. Yürümüyorken düşünüyorum.
İstanbul’a uzun süre bakarsam güzelliği bozulacakmış gibi yüzümü ona doğru dönüyorum.
Yerinde yok. Uzaklaşmış. Kaybolmuş. O gürültülerinden şikayet ettiğim insanlar gibi. Onların beynimi gereksiz işgal eden düşünceleri gibi. Yok olmuş: Gitmiş.
**
Kendi kayboluşumu izlemeden önce düşündüğüm son şey, “bir olgu veya olay üzerinde ne kadar düşünürsem sonunda onu kaybedeceğim” fikri oluyor. Dengemi ise hiçbir zaman bulamıyorum.
Çalıyor: Beady Belle – April Fool
DEMET ÖZGE AYKAN
YAZARA E-POSTA GÖNDER