RÖPORTAJ

Şehirden Kaçan Rockçılar Yeni Hayatlarını Anlattı-2 Hayko Cepkin

Şimdilerde kentten kırsala göç trendi var.
 
   
 
 
     

Uzun yıllar büyük kentlerde yaşayanlar hayallerindeki hayatı yaşayabilmek için özellikle Ege ve Akdeniz bölgelerindeki sakin bölgelere göç ediyor. Kentin trafiğinden, gürültüsünden, stresinden uzak sakin bir yaşamı tercih ediyor. Bu kervana ünlü isimler de dahil. Ünlü rockçılardan Aylin Aslım Kaş’a, Hayko Cepkin Kuşadası’na ve Mor ve Ötesi’nin bas gitaristi Burak Güven ise Göcek’e yerleşen isimler arasında.

RedBull.com için özel röportajlar yapan Melis Danişmend sırasıyla bu ünlü isimleri ziyaret ederek yeni hayatlarına dair bilinmeyenleri konuştu.

Röportajların tamamına RedBull.com adresinden ulaşabilirsiniz.

HAYKO CEPKİN:


Dünya lan bu! Bizim sahibimiz o. Herif ne yaparsa kabul edeceksin. Buranın fırtınası meşhurdur, şimşekler bir patlatır, acayip hoşuma gider. Milletin ödü karışır çünkü ciddi yer yerinden oynar.

Ne oldu da buraya geldin? Bir röportajında bir gün motorla Beşiktaş trafiğinde kontak kapattığını ve yürüyerek devam ettiğini okumuştum.

Motorda kontak kapattım, arabayla kontak kapattım. Benim dakiklik sıkıntım var. Planlı programlı olmak, saniyesinde orada olmak. Bir yere vaktinde gitmek istiyorsan üç saat evvel çıkıyorsun, yolun durumuna göre bazen yarım saatte gidip iki buçuk saat orada bekliyorsun ya da geç kalıyorsun. Tam zamanında gitmek gibi bir şey söz konusu değil. Zamanımı kontrol etmeye başladı İstanbul. Ben bir şehrin değil kendimin kontrol etmesini istiyorum çünkü zaman benim zamanım. Sonra düşündüm, İstanbul’dan ayrılırsam neden uzaklaşacağım? Yakınlarımı daha çok görme şansım var çünkü İstanbul’da herhangi bir iş yaptığın zaman çok yoruluyorsun. Mental olarak, beden olarak. Ne yaptın peki? Hiçbir şey. Aslında çok da seni yoracak, zor bir şey değil, ruhen yoruluyorsun. Benim aylarca üç sokak ötede oturan ailemi görmemişliğim var. Şimdi buraya geldikleri zaman bir hafta kalıyorlar, yazın bir ay kalıyorlar. Kuzenlerim geçerken uğruyor, birkaç gün kalıyorlar. Bak, seni bile İstanbul'da göremezken bu sebeple görme şansım oluyor.

Değil mi? Karşılıklı bahçede oturuyoruz

Herkesle daha fazla görüşme şansım var. Dışarıya da çıkmak istemiyorum zaten İstanbul’da. Ünlü olmaktan kelli dışarı çıktığın zaman bir yerde rahat sohbet muhabbet edemiyorsun. Burası küçük bir yer olduğu için gidebildiğin yerler limitli, adetli. E dört seneyi geçmiş. Adam artık buranın yerlisi olarak gördüğü için o gözle bakmıyor, çok güzel bir şey. O açıdan çok rahatım.

Dört sene önce, 'Ben gidiyorum!' deyip hemen taşındın mı?

Bir ay içerisinde taşındım, paldır küldür oldu. Kars'ta konserdeydim, -22 derecede konserimizi yapmayı beklerken yolda ses tesisatı kamyonunun devrildiği haberini aldık. O günümüz boşa çıktı, bir gün kalalım dedik. İstanbul’dan da uzaktasın ya, kafa düşünmeye başladı: ‘Nereye taşınabiliriz?’ O sırada Aslı’yla konuştuk, burada paraşütçülük yaptığımız için bu bölgeye geleli yedi sene olmuş. Dedim ki, ‘Burayı daha iyi tanıyoruz, eşimiz dostumuz daha çok.’ İnsan nereye taşınır? İkinci en iyi bildiği yere. Aslı da dedi ki, ‘Aşağıda Kuşadası var, daha şehir gibi.’ O beni ayılttı. Yoksa ben bayağı Selçuk’ta bir bağ bahçeye dalıyordum. Şehirli birinin bir anda köy hayatına bulaşması gerçekten lafta, önce öğrenmen lazım. Öyle, ‘Giderim abi, bahçeye bir ev yaparım, otururum,’ diyene o kadar çok madde sayıyorum ki, ‘O da mı var yahu?’ diyor. İşi artık çok iyi biliyorum. Aslı’ya, ‘Haklısın,’ dedim, Kars’ta Google’a, ‘Kuşadası emlak’ yazdım. Aradım.

A bayağı öyle?

(Gülüyor) Evet. Bir ablamız çıktı telefona. ‘Böyle böyle kriterlerde bir ev arıyorum, portfolyonuzda varsa bana 10-20 ev gösterebilir misiniz?’ dedim. Konserimiz bitince Kars’tan İzmir’e geldik. Hemen emlakçıyla buluştuk, ‘Oo siz miydiniz telefonda konuştuğum?’ dedi, evleri görmeye gittik. Bir ev gösterdiler, ‘Bak çok güzel manzarası var,’ diye. Ev gerçekten leb-i derya. Yani ekmeği ban Kuşadası’na, ye. Ama biz hiç manzara görmedik ki! Ben hep çatı gördüm hayatımda. Şöyle bir baktım, hemen, ‘Abi stüdyoyu yukarı yaparım,’ diye başladım (gülüyor). O evde üç sene oturdum, toplasan bir kere kahvemi alıp manzaraya baktım. Çünkü öyle bir kültürüm yok. Ben hep kapalı alanda, stüdyonun içerisinde dört duvar arasında çalışmışım.

Buraya alışma süreci nasıldı?

Kuşadası’nın k’sini bilmiyordum. Arada bir motora binip ara sokakları dolaştım, İstanbul’daki ihtiyaçların ne kadarı burada var diye. İşte turşucu var mı, yiyecek siparişleri geliyor mu gidiyor mu? Çünkü İstanbul’da alıştığımız bir düzen var. Akşam tantuni yiyeceksin mesela. Var mı? Ya da nasıl yapıyorlar, güzel mi? Aradım taradım. Üç sene o evde yaşadık. Artık buraları çözdükten sonra da buradaki eve taşındık. Herhalde 100 küsur ev bakıldı. O ara ben turnedeydim, benim kriterlerimi biliyorlardı. Çok yan yana, yamaç yamaca olmasın, ikiz ev olmasın falan. Beni ilk bu eve getirdiler. Girdim…

Yine, 'Stüdyoyu şuraya kurarım,' diye başladın mı?

(Gülüyor) ‘Stüdyoyu aşağıya kurarım, şurası ikiye iki,’ diye başladım. ‘Diğer evlere de bakalım,’ dediler ama ben çok hızlı kararcıyım. Bir karar hızlı veriliyorsa bereketlidir. Diğerlerine gittim, ‘Olmaz… Bu değil… Çık çık çık çık,’ diye döndüm. Bu kadar hızlı oldu. Biz taşındığımızda gerçekten sakindi Kuşadası, şimdi acayip göç var. Taşındığımızda kışın ana caddeden bir tane araba geçiyordu, şimdi trafik var. İlk evimiz 44 haneli bir yerdeydi, dört daire doluydu, şimdi 44’ün 44’ü dolu. Giderek doluyor. Geliyorlaar geliyorlaar (gülüyor).

Senin bunda bir etkin var mı? ‘Hayko Kuşadası’na taşındı’ diye olmasın?


(Gülüyor) Şimdi burada ev bakanlara, ‘Tam karşı komşunuz Hayko Cepkin,’ oluyor yani.

İstanbul’daki evini kapattın mı?

İstanbul’u komple kapattım. Her şeyi. Bam güm.

Hızlı karar aldığını söylüyorsun ama bu bayağı ciddi bir karar

Ama 15 senedir konuşuyoruz Melis. Hangi mekanda, hangi arkadaşımızla karşılaşılsa, ‘Abi gidelim buralardan,’ deniyordu. Hepimizin bir arazi alıp site kurma hayalleri vardı beraber. Hiçbir şeyi bilmeden böyle bir geyik çevirmişiz, şimdi nasıl yapılacağına dair full bilgi doluyum. Bununla ilgili arsalar, tarlalar görüyorum. Yapılabilir, yapılamaz diye bakıyorum. Artık çok içindeyim bağ bahçenin. Zaten burada kimse bana müzisyen muamelesi yapmıyor. Bağ bahçeci gibi bakıyor.

Ekip biçme var mı?


Yok. Ama imarlı siteler, imarsız siteler, su ve elektrik izinleri, metrekareler, parseller, bunlarla ilgili olduk. Varil Camping’deki yakın ortağım bu konularla çok ilgili olduğu için, eşin dostun neye ilgiliyse senin de öğrenme şansın oluyor.

İstanbul’da yaşamaktan daha ekonomik değil mi burası?

Buraya geldim geleli harcamalarım yüzde 60-70 düştü.

Eminim. Neye harcayacaksın ki bazı noktalarda zaten?

Aynen. Burada en pahalı şey taksi, turistik sebeple... Ya araban ya motorun olacak.

Varil’de neler yapıyorsun?

Şu an orası çiftlik gibi. Eşeğimiz, altı köpeğimiz, kediler, horozlar, tavuklar var. Aslında çok güzel bir festival alanı. Yaklaşık 3000 kişilik. İki festival de yaptım. Birine Halil Sezai ile beraber çıktık, birine Necati ve Saykolar’la. Çok da güzel oldu, çok familya vardı. Çocuğunu ağacın dalına yatırıp konser seyreden gördüm. Ama festivali yaşatmak zor çünkü sponsorluk dünyası çok fena durumda. Bu sezon kamp alanı açılmayacak, önümüzdeki sene ne yapacağımıza bakacağız.

Burada bir günün nasıl geçiyor?

Saat 6-7 gibi kalkarım.

O kadar erken mi kalkıyorsun?

Tabii.

Hep öyle miydi?

Değildi, İstanbul’da kalkamıyordum. İstanbul saatim 11’di, burada 6-7 oldu. Hayvanlarımı beslerim, stüdyo işim varsa direkt stüdyoya kapanırım, hiçbir işim yoksa gerçekten zaman zaman balkonda oturabiliyorum. Yeni yeni, ‘Bu kuşlar da amma bağırıyor ha!’ başladı yani.

Etrafına bakınmaya başladın


(Gülüyor) Evet. Mesela şuradaki dağ görüntüsünü daha çok seviyormuşum. Aydın tarafındaki kocaman dağ, onun tepesine dizilmiş yel değirmenleri… Aydın bölgesinin iklimi çok değişiyor, fırtına falan oluyor. Oradaki bulutların ne tarafa gittiğini görüyorum.

Havayı koklayan adam oluyorsun bayağı

Aynen. Toprağı karıyorlar mesela, bir yağmur atıştırıyor, bakıyorum, ‘Orası açık, bu tükürüp gidecek,’ diyorum. Bir de havacıyım ya, buranın havasını biliyorum. Bir bakıyorlar, güneş açıyor. ‘Oğlum nasıl!’ diyorlar.

Senin denizle aran nasıldır?

20 senedir denize girmedim.

Ciddi misin? Hiç mi?


Hiç. Bir Extreme-G programını çekerken daldım o kadar.

Tamam ekstrem sporlar senin tatil anlayışın belli de, bir güneşte yatayım, kumsalda dolanayım da mı demedin?


Yok. Ben ilk defa bu sene yandım. 20 yıldır hiç güneşe çıkmadığım için geçtiğimiz yazlarda evin balkonuna uzanıp yakıcı kremler sürdüm, vücudu yakayım, kemiklerim için de iyi olsun diye. Yanmadı lan! Vücudu güneşe çıkarttım, herifin rengi değişmedi. Pigmentlerim bozulmuş (gülüyor). Ama bu sene bu bahçe düzenleme işi yüzünden sanırım başardım. Buraların Fedon’u olacağım (kahkaha atıyor).

Kaç yıldır yapıyorsun ekstrem sporlar?

10 sene oldu. İyi geliyor. İnsan kendini neye alıştırırsa ona bir eşiği oluyor ya, ben o eşiği yüksek tutmak istiyorum ki yaşlılığımda da limitim yüksek olsun. Yaş geldikçe korku artıyor, ne olursa olsun limitim düşecek. Mesela şimdi eskisi gibi motor kullanmıyorum, eskiden aleti yakarcasına giderdim. Şimdi yapmıyorum çünkü, ‘Ölürüm!’ diyorum. Ama limitim belli bir yerde kalsın istiyorum. Vücudum izin verirse, 60-70’imde de gıpta ederek baktığım bazı yaşlı paraşütçü amcalar gibi, o kapının ağzına geldiğimde belimi bükerek oradan atlayabilmeyi istiyorum.

En yüksek kaç metreden atladın?

6000 metreden. Oksijen tüpü destekli. Çünkü 6000’de oksijen gidiyor.

Hiç korktuğun oldu mu?

Her seferinde korku var ama özellikle görev atlayışın varsa o korkunun içerisine heyecan, görevi doğru yapabilme sorumluluğu da karışıyor. Ama bireysel atladığın zaman şeye dönüşüyor: ‘Aç kapıyı aç aç aç.’ O kadar yok ediyorsun. O sana ne sağlıyor? Çok soğukkanlı oluyorsun. Mesela burada deprem oldu ya yeni, ‘Oo deprem oluyor,’ dedim, ustalar bahçede çalışıyor, millet ‘Ovadeeey’ durumunda. ‘Oha hala devam ediyor,’ dedim, hoşuma gidiyor yani anladın mı? Dünya lan bu! Bizim sahibimiz o. Herif ne yaparsa kabul edeceksin. Buranın fırtınası meşhurdur, şimşekler bir patlatır, acayip hoşuma gider. Milletin ödü karışır çünkü ciddi yer yerinden oynar.

Çok faal birisin, İstanbul’daki işlerini nasıl programlıyorsun?


Bir kara tahtam var benim her şeyi planlayıp programladığım. Telefonda bakmakla olmuyor, bazı şeyleri algılamak için yazmak gerekiyor. Günleri bölüyorum, altına not alacağım bölge bırakıyorum, her günümü, konserlerimin tarihlerini ya da röportajlarımı yazıyorum. Gülçin’le (menajeri) bu manada bir sistem kurduk. Sadece cuma ve cumartesi konser alıyorum, çok spesifik bir kültür merkezi işi olmadıktan sonra asla hafta içi çalmıyoruz. Röportajları da kısaysa cuma konser önüne koyuyoruz, bir alanda çekilecekse perşembeden geliyorum. Pazara kadar istenen ne varsa o dört güne komposto ediyoruz.

Konsantrasyonunu bozmuyor demek ki konser öncesi röportaj

Ben zaten 22:00’de başlayacak konser için 13:00’te alandayım. Çünkü orada sound’u check etmem lazım, her şeyi kontrol etmem lazım, istediğim gibi olmazsa yakarım oraları (gülüyor).

Gittiğin zaman nerede kalıyorsun?


Anneme gidip kalıyorum, otelde kalıyorum. Mesela Kadıköy Dorock XL’de çalacağımız zaman mekanın anlaşmalı otelinde kalıyorum. Ben artık İstanbul’a dışarıdan gelen birisiyim, nasıl ki İzmir’e giden biri orada otel talebinde bulunuyor, ben de İstanbul için aynı şeyi yapıyorum.

İstanbul’da özlediğin bir şey var mı?


Yok.

Şehrin tüm o karmaşası çok mu yormuştu?

Tabii. Beyoğlu çok çirkinleşti. Beyoğlu’na çıktığımız zaman yüzde 80’ini tanırdık. Camdan sarkan transseksüeline kadar. Şimdi kimseyi tanımıyorum, orada yaşayan bile kimseyi tanımamaya başladı, o kadar yabancılaştı. Ben orada büyümüş biriyim, çocukluğumdan beri oradaki kiliselerde eğitime gidiyordum. Artık bildiğim bir yer değil. Tanıdığını iddia ettiğin ama tanımadığın bir yerde olmaktansa, tanımadığın ve zaten tanımadığını iddia ettiğin bir yerle tanışmak belki daha iyidir.
 

Favorilerinize ekleyinAnasayfaya dönPaylaşın
GÜNLÜK FALINIZ
HAVA DURUMU

REKLAM
reklam@cosmoturk.com

İLETİŞİM
cosmoeditor@cosmoturk.com

TEL: (0212) 280 07 00
FAX: (0212) 244 13 32

-->
>